Paylaş
Çanta ve tulumu yüklendiğim gibi soluğu Belçika’nın Ostend limanında aldım.
Vapurla İngiltere Dover’ına sıçrayacağım ama hava pek fırtınalı. Manş gazaba gelmiş.
Zaten çeyrek yol giden teknenin pruvası sulara gömülüyor ki, içerisi ana baba günü!
Eh lodos çocuğuyum ve aldırdığım yok, güverteden deryayı temaşa ediyorum.
BİR ara aşağı indim ki, o ne! Hepsi kapkara olmak kaydıyla, başında kocca bir şapka; sırtında kaftanla frak arası upuzun bir manto; sonra yine siyah yelek, ceket, potin falan; makas görmemiş bembeyaz sakalı ve şakaklarındaki lüle lüle kâkülleriyle bir adam eğilip bükülüyor.
Aşikâr ki dua ediyor. Sonsuz imanla ediyor. Değil gemi, dünya batsa umursamayacak.
Cuma akşamının “Şabat”ı başlamıştı ve dolayısıyla Yahudi olduğunu hemen anladım.
Anladım da, ben ki ezelden beri Musevilerle büyümüş; nice “hamursuz ekmekleri” tatmış; nice “Bar Mitzvah”lara katılmış; nice cenazelerde “Kadiş” dinlemiş bir Müslüman İstanbulluyum ama yurttaşım Yahudiler arasında yukarıdakine benzer bir şahıs hiç görmedim.
Çok şaşırdım ve Brüksel’e döner dönmez işin aslını araştırmaya karar verdim.
AŞKENAZ, yani Orta Avrupa Musevisi bir arkadaşıma soruyu sorduğumda cevap yerine, “hadi Anvers’e gidelim” dedi. Bu liman şehri Belçika başkentine trenle yarım saattir. Bindik, indik, istasyona hemen paralel “Pelikan Sokağı”na girdik ki, Allah’ım o ne?
Vapurda rasladığım Yahudi tiplemelerinden yüzlercesi, belki binlercesi, aynı zamanda dünyanın elmas merkezi de olan bu sokağı, bu semti, bu mahalleyi tümüyle kaplamıştır.
Bazıları şapka yerine kalpak taşısa da erkekler gemide gördüğüm kıyafeti kuşanmıştır.
Biraz “İngilizvâri” tarzda giyinmiş kadınların ise perukalı olduğu göz çıkartmaktadır.
Yine her erkek çocuğun başında birer dua “kippa”sı vardır. Şakaklar da yine lüledir.
Arkadaşım “Koşer” bir lokantaya davet etti ve tatlı mı, ekşi mi pek belli olmayan; her halükarda da tadı tuzuna karışmış jöleli bir sazan balığı yerken o anlattı, ben dinledim.
EFENDİM, yukarıdaki Davudî iman sahipleri Leh - Ukrayna coğrafyasına uzanıyor.
İbranicede “Rabb önünde titreyenler” anlamına gelen genel “Haredim” tarikatının, bu defa Yidiş lisanında “cömertler” manasına gelen “Hassidik” koluna mensupturlar.
Rabb’a ibadeti şükran ve şenlik ritüeliyle bütünleştirseler bile çok dindar, çok sofu ve çok mutaassıp olduklarından da laik Yahudiler tarafından “ultra - Ortodoks”; daha ötesi, onlara diş bileyenler tarafından, giyimlerinden dolayı “penguen” diye tanımlanırlar.
Hatta, daha sonra romanlarını yuta yuta okuduğum ve o “Hassid” hümanizmayı enfes biçimde tasvir etmiş İsaac Singer’in yalancısıyım, rivayet odur ki “edeptir” diye, karı-koca yataklarının arası yukarıdan aşağıya inen ve ortasında delik bulunan bir çarşafla ayrılırmış.
Her halükarda da evli kadınların peruka takması, saçlarının kazınmış olmasındandır.
Ve üstelik o “Hassidik” Yahudilerin bir bölümü, Mesih inmeden önce İsrail’i kurmak günahını işledikleri için gerek Siyonistlerin, gerekse de aynı devletin yeminli düşmanıdırlar.
NEYSE, bir müddet sonra teorik bilgimi pratikte de pekiştirmek için efsunlu Ester’i ayarttığımı; beni dışlamayan iyilik familyasının “seder” sofrasında Klezmer müziği tınılarıyla yıkandığımı, artı, Cengiz Çandar’la birlikte biri Kudüs’te, diğeri de New York’ta olmak üzere iki “Hassidik vukuat” daha yaşadığımızı falan geçeceğim, yoksa lâf çok uzayacak.
Zaten tüm bunları, önceki günkü gazetelerde yayınlanan ve aynı New York’ta elindeki Türk bayrağıyla İsrail’i protesto eden o anonim fotoğrafın kimliğini açıklamak için anlattım.
Paylaş