EGE Cansen usta dünkü yazısının son sözünü şu cümleyle noktalamıştı:
"Ey küreselleşme, sen nelere kádirsin!"
Bunun nedenini de Türk ekonomisinin gösterdiği yüksek performans oluşturuyordu.
Nitekim Cansen de diğer tüm nesnel gözlemciler gibi, milli gelirin ilk üç ayda ve denetimli enflasyon altında yüzde 6,8 artmasını "bundan iyisi can sağlığı" diye yorumlamıştı.
İktisat uzmanı daha sonra da bu büyük başarıyı iki temel öğeyle açıklıyordu.
Bir; doğrudan yabancı sermaye girişlerindeki olağanüstü bir artış gerçekleşmiştir.
İki, yüksek verimli sanayi üretimiyle, yine yüksek fiyatlı mal ihracatı sürmektedir.
Ve şimdi gel de, can-ı yürekten bir "ey küreselleşme, sen nelere kádirsin" deme!
* * *
EVET evet, zira sorarım size, eğer "ulusalcı-kuvvacı" taifenin ha bire küfrettiği şu küreselleşme olmasaydı, "doğrudan yabancı sermaye" böyle oluk oluk akacak mıydı?
Örneğin Hollanda ING’si, ilk kelimesi "ordu"yla başlamasına rağmen TSK bankası olmadığına inanmamız istenen OYAKBANK’a 2,7 milyar trink doları bastıracak mıydı?
Yahut, eğer aynı küreselleşme hüküm sürmeseydi, Fransız Renault Belçika’daki dev fabrikasını bile kapatıp tüm üretimini Bursa’ya taşıyacak mıydı?
Türkiye en önde gelen ve en kaliteli taşıtı sunan ihracatçılar arasında sayılacak mıydı?
Eğer o küreselleşmeyi ıskalasaydık, şimdi Felemenk kökenli banka kredisiyle büyüyen orta boy işletmeden, şimdi bilgisayarlı preste hassas parça üreten oto kalfasına, insanlarımız bütün bir ekonomik sürecin refah ve uzmanlaşma erdemlerinden nasiplenebilecek miydi?
Yani, ez kázá "ulusalcı - kuvvacı" zevátın yaygaracılığı hayata geçmiş olsaydı, bugün bütün bir ulus ve ülke olarak geçen yıla oranla yüzde 6,8 daha zengin olacak mıydık?
Daha gürbüz, daha sağlıklı, daha güvenli, daha usta yaşayabilecek miydik?
Tabii ki hayır, hayır, hayır ve bunu inkár etmek için sonsuz kötü niyetli olmak gerekir.
* * *
ZATEN, partizan, önyargılı ve bön davranarak AKP hükümetinin yukarıdaki iktisadi başarısını reddetmeye veya küçümsemeye kalkışmak için de çok kötü niyetli olmak gerekir.
Rakam rakamdır ve kimsenin inkár etmediği yüzde 6.8 büyüme hızı da nesneldir!
Burada, "eh işte, IMF reçetesi" türü bir burun kıvırma da insafsızlığın daniskásı olur.
Çünkü Türkiye yetmişli yıllardan beri aynı "IMF reçeteleri"nden ibadullah gördü.
Ama onlara rağmen de "yetmiş sente muhtaç" sayısız krizi çok daha fazlasıyla gördü.
Kaldı ki, işte sandık arifesiyse sandık arifesi, iktidar hiçbir şekilde geleneksel ve popülist "seçim ekonomisi" rüşvetçiliğine soyunmadı. Rotadan caymadı ve caymıyor.
Zaten Erdoğan hükümetinin bu kararlılığı ve istikrárı sayesindedir ki yabancı sermaye girdisi ve yüksek verimli ihracatla ülkemiz her geçen gün dünkünden daha çok küreselleşiyor.
O küreselleşmeden en iyi yararlanan "orta boy dev"ler içinde parmakla gösteriliyor.
Bir nebze yabancı dil bilen, Türkiye için tá Şanghay’dan Rio’ya yapılan çok iyimser değerlendirmeleri okusun ve elini vicdánına koyarak, rağbetin cevabını kendi kendine versin.
* * *
O halde, "ulusalcı - kuvvacı" taife şimdi gerçekten de iki gözü iki çeşme dövünebilir.
Çünkü, buradan dönüş olmayacaktır. Hayati "Rübikon çizgisi" haydi haydi aşılmıştır.
Dünyayla iktisaden eklemleştiği oranda, Türkiye artık si-ya-se-ten deküreselleşmiştir.
Dolayısıyla, aynı "ulusalcı - kuvvacı" cihet askeri darbelerin ne "post", ne "pre",ne de "proto" modernlerine bel bağlasın. Avucunu yalar. Şapa oturur. Bilhassa da, postu bırakır.
Biline ki, yüzde 6,8’in láfı mı olur, Türkiye halkı kendisini gelecek ve sonraki yıllar yüzde 68 fakirleştirecek, dilencileştirecek ve yabancılaştıracak bir feláketi kabul etmeyecektir.
Ben de Cansen ustanın son sözüyle bitiriyorum: Ey küreselleşme, sen nelere kádirsin!