DÜNKÜ "Hürriyet"te Uğur Dündar ve Mine Özbek imzasıyla tam sayfa manşet yayınlanan ve Kızıl Kore diplomatlarının "esrar vukuatı"nı anlatan haberi okumuşsunuzdur.
Aslında olay bir "ekmek kavgası"na; háttá bir "sınıf mücadelesi"ne tekabül ediyor.
Buna geleceğim de, gözünden kaçmış olanlara "vaka-i adiye"yi tekrar özetleyeyim.
* * *
MALÛM, uluslararası kurala göre her diplomatik vasıta dokunulmazlık plakası taşır.
"CD" merteği asıldı mıydı, tamponunun sifozuna bile serçe parmağı değdiremezsiniz.
"Yasak bölge"ye girer ki, kuralın ihláli devletlerarası hukukta büyük suç sayılır.
İşte, Sofya’daki Kuzey Kore elçiliğine mensup iki diplomatda böyle bir "CD" alámet-i farikálı otomobille Kapıkule’yi el kol sallayarak geçmiş ve ülkemize şeref bahşetmişler.
Ve ben eminim ki, yoldaşlar başkent Pyonyang’ın kendilerine yolladığı "proleter disipliniyle davranın" talimatına mutlaka uymuşlardır. Dolayısıyla, ne o álá Edirne ciğerini taam, ne de o üstád Sinan minaresini temaşa etmek için serhat kentimizde mola vermişlerdir.
Eh, rezil Kore’yi tanımak ve zalim rejimin Bulgar elçiliğini Türkiye’ye akredite etmek işgüzarlığını gösterdik ya, sanırsınız ki uçak paraları yok da, hazretler Ankara’ya gaz basacak.
Yok canım, otoyoldan sağa sap, "diplomat" nûmuneleri soluğu Kumburgaz’da almışlar.
* * *
ALMIŞLAR da, Allah’a bin şükür, aynı zamanda "hava almışlar".
Yani, kelepçe takan elleri ve kamera kaydeden gözleri dert görmesin, "İstanbul Narkotik Şube" dedektifleri iki Asyalı alçağın ensesine tam o Kumburgaz’da binivermişler.
Çünkü, "diplomatik dokunulmazlık"ın böylesine kitakse, Sung Ryang The Won ve Kim Son Jin efendiler otomobil bagajında 700 bin adetçik "Captagon" hapı getirmişlermiş.
Kullandığım herze değil piyasa değerini bilemeyeceğim ama, ağırlık yüz on beş kilo çektiğine göre, Kızıl Kore diplomatlarının uyuşturucusu pahada da pek ağır çekiyor olmalı?
Şimdi, en baştaki o "ekmek kavgası" ve "sınıf mücadelesi" meselesine geliyorum.
* * *
EFENDİM, aslına bakarsanız yukarıdaki "vukuat" ne bir, ne beş, ne de on!
Zira, şefini ve heyetlerini Pyonyang’a göndermek; üye ve militanlarına "Kore Dostluk Derneği" adlı paravanlar kurdurmak; dergi ve yayınlarıyla korkunç diktatörlüğe çarşaf çarşaf methiyeler düzmek dahil, "İP" adlı "Maocu -010 ulusalcı - kızılelmacı" grupçuğun "Türkiye avukatı" olduğu bu Kuzey Kore, hanidir ve hanidir yukarıdaki tür rezilliklerle iştigal ediyor.
Hangi birini sayayım? Japon sürgünündeki muhalifleri kendi "yakuza" mafyaları vasıtasıyla açıkça katlettirmesini mi? Yoksa, tıpkı Kumburgaz’da olduğu gibi, İskandinavya’da cigara, alkol ve esrar kaçakçılığı yapan "diplomatlar"ının acilen sınırdışı edilmesini mi?
Ve tüm bunlar, resmen babadan oğula geçme bir "kızıl hanedan" tarafından yönetilen "Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti"nde bir "devlet politikası" olarak uyguluyor.
* * *
O halde, kimse sanmasın ki, bizde yakalanan Sung ve Kim birbaşlarına davranmıştır.
Kimse kafese düşmesin ki, iki kafadar "bağımsız" karmanyolacıdırlar. Hayır ve asla!
Çünkü en önce, ölümcül açlığa rağmen "Sihirli Huzme Lider" (!) Kim Cong İl atom bombası ürettiği için dış temsilcilere maaş değil, "başınızın çaresine bakın" emri gönderiyor.
Dolayısıyla da, uyuşturucu ticareti diplomatlar için "ekmek kavgası" oluşturuyor.
Sonra, "kapitalizmi içeriden yıkmak" için o uyuşturucu yaymak "anti emperyalist strateji"ye giriyor ki, n’aber, "sınıf mücadelesi"nin şanlı bayrağı da işte böyle yükselir.
Dolayısıyla, eh bari bir doz "Captagone" hapı yutuverelim de, "Maocu- ulusalcı-kızılelmacı" tarikátın neden Kuzey Kore "avukatı" olduğu hakkında hoş rüyalara dalalım.
Ama malûm, böyle rüyaların kabûsu komayla bitiyor ki, artık hiçbir hap kurtarmıyor!