Eski tüfek 68

1968 baharında henüz on yedi yaşına bile girmemiştim ama, hem bütün dünyada olan bitenleri an be an izlediğim; hem de o "bahar rüzgarı"yla bayağı bayağı "sarhoşladığım" için, hiç tereddütsüz, kendimi bir "Mayıs eski tüfek"i addediyorum.

Dolayısıyla da, en önce, şimdiki kuşaklara bir "mitos" olarak aktarılan "efsane"yi (!) bir portakal kabuğu gibi "soymak" gerektiğine inanıyorum.

* *Ê*

İLKİN, "Atmış Sekiz" asla ve asla Fransa’da başlamadı. Polonya’da başladı!

Yani, Batı’da sonradan yerleşiklik kazanan ve "sol"la özdeşleştirilen "mitoloji"nin tam tersine, "öncü isyán" anti-komünist ve anti-totalitarist bir içerik ve hedefle patlak verdi.

Üstelik, o Batı’daki "Tanrı öldü" şiarına yüz seksen derece zıt olarak, 1968 baharında ilk çiçek, Katolik piskoposların kızıl iktidara karşı yayınladığı "serbesti mektubu"yla açtı.

Başka bir deyişle, alevler Paris sokaklarına sirayet etmeden çok önce, daha Mart’tan itibaren, "özgürlük ateşi" Varşova, Krakova, Loç üniversitelerini haydi haydi tutuşturmuştu.

İstanbul Radyosu’nun "ajans saati"ne kulak verenler dahil, Lehistan’dan "sızabilen haberler"i bütün dünya dinledi ki, en azından bilinçaltında, "ási kıvılcım" buradan çaktı.

* *Ê*

SONRA, dün belirttiğim gibi, Fransa "68 Mayıs"ını zimmete geçirmeye kalkışmasın.

Zira, Vistüla Suyu kıyısında anti-otoriter bir çağrı oluşturan isyan ruhu Demir Perde’yi aşıp Sen Nehri rıhtımına ulaşmadan önce, Ren ve Po ırmaklarında da derin anaforlar yarattı.

Berlin, Roma, Frankfurt, Milano, Heidelberg, Bolonya fokur fokur kaynadı.

Almanya ve İtalya’daki öğrenci hareketleri Paris başkentli ülkeye yine rötarlı ulaştı.

Fakat daha aslına bakarsanız, her ne kadar ABD karşıtlığı yeri göğü inletmiş olsa dahi, 1968 baharının Avrupa’yı "ısıtması" esas itibariyle bizzat o ABD’den kaynaklandı.

İlk nesil tüketim toplumu çocukları televizyonu "enayi kutusu" diye küçümse de, işte artık ebeveynleri o "enayi kutusu"na sahip olabildiği içindir ki, Atlantik ötesi bile çok yakın, tá Pasifik kampüslerinde Vietnam Savaşına karşı aralıksız süren protestoları an be an izlediler.

İnsanlık tarihinde ilk kez gerçekleşen bu "enformasyon devrimi" de, yukarıdaki Polonya’ya ek olarak, "özlenen devrim" için ikinci "ási kıvılcım"ı çaktı.

Ve, tekrar "devrim" ve "kıvılcım" kelimelerini kullanmak için Mao’nun "bir kıvılcım bütün bozkırı tutuşturur" sözüne atıfta bulunur ve yine aynı Mao’nu üç - dört yıl önce Çin’de başlatmış olduğu "Kültür Devrimi" (!) katliamını hesaba katarsam da, bu sonuncusu, "68 Mayıs"ının "uyarıcı" nitelikteki üçüncü "ási kıvılcım"ı oldu.

O halde?

* *Ê*

O haldesi şu ki, önceden saptanamayacak ve iradeyle yönlendirilemeyecek bir kaos olan tarihin sayısız örneğinde olduğu gibi, çelişkili háttá zıt olguları konjonktürel bir tesadüfte buluşturan "Atmış Sekiz" onları sentez potada eritti.

Hercümerc kaostan belki kozmos bir uyum çıkmadı ama bir "yeni"; "yepyeni" çıktı.

El yordamıyla ve biraz da kendine rağmen doğan bu "yeni" ise hayatı değiştirdi.

Sırf Batı ülkeleri veya tüketim toplumları falan değil, biz Türkler ve biz Türkiye dahil, 2006 Nisan’ının önemli bir bölüm insanlığı 1968 Nisan’ından çok farklı yaşıyor. Yaşıyoruz.

Çünkü, farklı düşünüyoruz! Bunun bilincine varmasak da farklı düşünüyoruz.

Dolayısıyla, eski zihin parametrelerini ve değer skalalarını yıkıp yenilerine "feyz vermiş" olan "68 Mayıs’ı"nın tartışmasız "devrim" niteliği; tabii ki Maocu kábusla hiçbir ilgisi olmayan "kültür devrimi" niteliği de işte buradan kaynaklanıyor.

Bir "eski tüfek" olarak "Bahar İsyanı"na otuz sekiz yıl mesafeyle bakmayı yarın da sürdürecek ve konuyu Türkiye çerçevesinde ele alacağım.
Yazarın Tüm Yazıları