TÜRKİYE’nin önceki gün gerçekleştirdiği "AB atağı" çok büyük önem taşıyor.
Dolayısıyla, salıdan beri işlediğim Karayib Denizi ülkesi Venezüella ekvator güneşinde buharlaşmayacağından, Chavez’e ilişkin yazımı erteleyip, derhal ilk konuya geliyorum.
Emir demiri, aktüalite de makaleyi kesmiş oldu.
* * *
EVET evet, Ankara’nın Brüksel’e yönelik atağı gerçekten de çok büyük önem taşıyor.
Ve en önce de, böylesine akılcı bir inisiyatif aldığı ve böylesine milimetrik bir zamanlama ayarladığı için, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül olmak üzere, Türk diplomasisini bir bütün olarak kutlamak gerekiyor.
Ancak ben yine de "altın gol" deyimini kullanmak konusunda ihtiyatlı davranıyorum.
* * *
AMA madem illá futbol terminolojisine atıfta bulunuluyor, o halde diyelim ki, Türkiye şimdi karşı takımı kontrpiyede bırakan gayet usta ve gayet oturaklı bir şut çekti..
Nitekim, girişimin Avrupa medyasında derhal flaşa dönüşmesinden, "Le Monde"nin "Türk jesti AB’yi bölüyor" manşeti atmasına; bilhassa da, Rum lider Papadopulos’un eteklerinin tutuşmasından, üyelerin acilen Temsilciler Komitesi’nde toplanmasında, mevcut manzara o şutun tam zamanında ve tam kıvamında çekilmiş olduğunu ispatlamaya yetiyor.
Dolayısıyla, "Kıbrıs satılıyor" (!) temcit pilavını anında kuzinenin üstünde ısıtmaya başlayan malûm demagoglar hariç, az biraz nesnel bakan ve elini vicdanına koyan herkes, Ankara topunun Brüksel kalesine doğru gitmekte olduğunu anında görecektir.
* * *
TAMAM da, top kaleye doğru gitmektedir ama, şu an henüz havadadır!
Bunun gerçekten de bir "altın gol" olup olmayacağını ise önümüzdeki pazartesi günü gerçekleşecek AB Konseyi’nde; háttá büyük ihtimalle, yine bir "Türkiye Zirvesi"ne dönüşeceği daha şimdiden kesinlik kazanan 14 Aralık Doruk Toplantısı’nda anlayacağız.
Aradan geçecek kısa sürede ve muhtemelen de en son ana kadar, çekilen şutun açısında, esen rüzgárın derecesinde, bekleyen kalecinin refleksinde oynamalar olur ve olabilir.
Beş günümüz kaldı, sonucu tribünlerden bekliyoruz.
* * *
İMDİİ,bütünbu "heyecanlar stadı"nı bir kenara bırakarak şu saptamaları yapalım.
Birinci olarak, kendimize dahi itiráf etmesek bile aslında hepimiz bal gibi biliyoruz ki, Türkiye Kıbrıs Rum Kesimi’ne liman ve havaalanlarını açsa, açmasa da bir şey değişmeyecek.
Ne KKTC "satılmış" olacak, ne de Ada’nın statükosunda oynama gerçekleşecek.
Ama tabii ki doğru, Papadopulos ve şûrekasının şoven ve şımarık yaklaşımından canı tak etmiş bir Ankara’nın da "karşılık jesti" beklemesi kadar normal bir şey düşünülemez.
Ve, ustalık da burada ki, "açılım" başta Rumlar olmak üzere "antici" AB ülkelerini konrtpiyede bırakmakla; "Le Monde"nin deyimiyle, "Avrupalıları bölmekle" kalmıyor.
* * *
EVET kalmıyor, zira aynı zamanda, KKTC’ye yönelik tecritin sona ermesi ve Güney’in fellik fellik kaçtığı BM’nin tekrar devreye girmesi için, yıl içinde ödemeli "çek istiyor".
Başka bir deyişle, men dakka dukka, verdiğinin karşılığını senet defterine yazdırtıyor.
Ve iştezaten bunun içindir ki, kraldan fazla kralcı geçinenlere rağmen "mister no" lákáplı Denktaş bile bu defa girişime "soğuk bakmadığını" ilán ediyor. "Fena değil" diyor.
Borsa’nın aniden "tavan yapması" gibi, en hayati Türkiye dinamiklerinin aslında AB sürecini ne denli benimsemiş ve özümsemiş olduğu gerçeğini ise geçiyorum.
Neyse, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, gelecek hafta tam bugün ve burada, Ankara tarafından çekilmiş olan enfes şutun "altın gol"e dönüşüp dönüşmediğini inceliyor olacağım.