İKİ dönem seçilmiş Amerikan başkanlarının, bu ikinci dönemin son yarısında esas olarak dış politikaya ağırlık vermesi gelenekten ve adetten sayılır.
Tekrardan koltuğa oturmak ihtirası artık ortadan kalktığı için, ülke bünyesindeki popülist siyasetlerle "oy avcılığı" yapmak tasası büyük ölçüde gündemden düşmüştür.
Dolayısıyla, "nihai iktidar" sürdüren ABD başkanları biraz da "şan olsun" kabilinden, son iki yılda kendilerini "dünya sorunlarına adamayı" tercih ederler.
Buna Washington’da "elveda sendromu" deniliyor.
* * *
NİTEKİM, yakın geçmişte hem Reagan,hem de Clinton aynı tercihi yapmışlardı.
Henüz seçilmeden "Kötülükler İmparatorluğu’nun köküne kibrit suyu ekmek" sloganını işlemiş olan bu birincisi, gerçekten de, özellikle son dönemde muradına tam erdi.
Orta menzilli füzelerdeki tavizsiz tavrındanReykjavik’te Gorbaçov’la gerçekleştirdiği ilk zirveye, Beyaz Saray’ı Baba Bush’a bıraktığında, SSCB’nin günleri artık sayılıydı.
Zaten İsrail’le FKÖ arasındaki 1. Dayton Antlaşması’nın mimarı olan Bill Clinton ise, her ne kadar başarı sağlayamadıysa da, 2. Dayton’dan Taba zirvelerine, başta Ortadoğu sorunu olmak üzere hemen tüm ikinci dönem iktidarını dış politikaya hasretti.
Ve işte, George W. Bush’un da şimdi seleflerinin yolunu izleyeceği öngörülüyor.
* * *
ÖYLE ve nitekim, NATO zirvesinden sonra hem kendisi Amman’da Irak Başbakanı Maliki’yle buluştu; hem de Dışişleri Bakanı Rice’ı Eriha ve Kudüs’e yollayıp, onu Abbas ve Olmert’le bir araya getirtti ya, yukarıdaki spekülatif öngörü aniden depreşiverdi.
Deniliyor ki, "W" rumuzlu da şan derdine düşüp, o Irak dahil tüm Ortadoğu sorununda bam telini oluşturan İsrail - Filistin denklemi konusunda nihayet devreye girecektir.
Başka bir deyişle, yemiş olduğu herzeleri bir nebzecik temizlemeye çalışacaktır.
Pek inanmıyorum ama hadi yine de tahminin doğru çıkacağını varsayalım!
Kabul de, Kongre seçimleriyle zaten okkalı şamar yemiş bir Bush geri kalan iki yılda "yüksek şahsiyet"ini tamamen dış politikaya hasrette ne olur, hasretmese ne olur?
"Mucize" gerçekleşmediği takdirde, dişe dokunur hiçbir şey olmaz ve de olamaz.
* * *
OLAMAZ, çünkü bir defa, bugünkü başkan çok muhtemelen, Vietnam Savaşı sırasındaki Nixon dahil, gelmiş geçmiş bütün Beyaz Saray kiracıları arasında dünya ülke ve halklarından en fazla tepki ve antipati toplamış ABD lideri kimliğini taşıyor.
Reagan’ın karizması ve Clinton’un sevecenliği nerede, Bush’un irkilticiliği nerede!
Böyle bir şahsiyetin bundan böyle paçaları sıvayıp "imaj değiştirebilmesi" ve o "dünya işleri"nde başarı kazanabilmesi, artık hemen hemen sıfıra yakındır.
* * *
FAKAT yine de, uluslararası ilişkilerin soğuk "realpolitik"inde hissiyata ve "aşk"a yer olmadığı hipotezinden yola çıkalım ve yukarıdaki unsuru bir kenara bırakalım.
Tamam ama, kısmi "açılım sinyalleri"ne rağmen esas olarak baştan beri benimsediği "tabancalı kovboy" siyasetini sürdürmekte ısrar eden Bush yönetimi son iki yılda aniden nasıl bir "devrim" (!) gerçekleştirecektir? Gerçekleştirmesi beklenebilir mi?
En başta Irak’ta batağına battığı Ortadoğu coğrafyası olmak üzere, "dünya ahvali"ni hale yola sokmak için yapıcı, yaratıcı ve önyargısız politikalar üretebilir mi? Hayır!
Hayır ve dediğim gibi, gökten mucize inmediği takdirde, bu, mümkün değildir!
Uluslararası planda mucizelere bel bağlamak ise olmayacak duaya amin demektir.
Dolayısıyla, "W" rumuzlunun son iki yılı da "elveda sendromu" olmadan geçecektir.
Aman aman, hayırlısıyla bir bitsin de "elveda"sı, "good bye"si kusur kalsın!