Paylaş
Ne Ankara’nın BM’de ABD ve Batılı ülkelerin aksine İran’a yaptırım konusunda ret oyu kullanması, ne de diğer gelişmeler Türk dış politikasının raydan çıktığı anlamına geliyor.
Şöyle ki, çağımız dünyasını tahlil ederken kendimizi tekil bir ağaçla sınırlamayalım.
Mümkün mertebe ormanın bütününü kapsayacak geniş ufukla bakmaya çalışalım.
Ve o orman, yani o yaşadığımız dünya, Berlin Duvarı’nın yıkıldığı ve komünizmin çöktüğü tarihten beri, aşağı yukarı yirmi yıldır hâlâ bir “geçiş dönemi”nde çalkalanıyor.
ÖYLE, çünkü Doğu-Batı çelişkisi üzerine kurulu eski uluslararası statüko sona erdi.
Fakat henüz yenisi oluşmadı. Mazideki gibi net ve berrak saflaşmalar ortaya çıkmadı.
Veya, bugünkü “hercümerç durumu”nun bizzat kendisi bir statükoya dönüştü.
Dolayısıyla mevcut istikrarsızlıklar, yapılanmalar ve arayışlar sonsuz doğal olarak, geçmiş zıtlaşmaya göre inşa edilmiş eski eksenleri de erozyona uğrattı. Daha da uğratacak.
O halde, günümüzde “tekil” değil “çoğul” eksenlerin mevcut olduğunu ve her halükarda da bunların geniş elâstikiyet kazandığını söylersek yanılgıya düşmüş sayılmayız.
Kaldı ki, küreselleşme sayesinde pırıldayan ve aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bir dizi “orta güç ülke”, Frenk tabiriyle kendilerine “güneşin altında yer arar”, yani öz çıkarları doğrultusunda dış siyaset üretir oldular.
Ne ABD, ne de bir başka “hâmi” politikalarını artık harfiyen dikte ettirtebiliyor.
İşte Ankara’ya yönelik “eksen kayması” teorisini de yukarıdaki “orman bütünü” içinde görmek gerekiyor ki, buradan itibaren de “kaymak” fiilinin zaten bir anlamı kalmıyor.
ÖTE yandan, Brezilya’yla birlikte İran konusunda uzlaşı hazırlamış bir Türkiye’nin BM’deki oylamada “hayır”dan farklı bir rey kullanmasını beklememek abesle iştigal ederdi.
Bu, bizzat insiyatifini aldığı ve altına imzasını attığı bir angajmanın inkârı anlamına gelirdi ki, “diplomatik saygınlık” işte esas o zaman pespaye duruma düşmüş olurdu.
Kaldı ki, ilk taslağa göre çok hafifletilmiş olan ve eskilerini tekrarlamaktan fazla öteye gitmeyen son deklarasyon öyle aman aman bir kıymet-i harbiye ifade etmiyor.
New York kararı Tahran’la Washington arasında bir “kapışma” kapısı aralamıyor.
Ve “eksen kayması” teorisi açısından çok daha önemlisi, o Washington’la Ankara ve Brasilia arasındaki bir “danışıklı döğüş” veya bir “bile bile lâdes” olduğu gözden kaçmıyor.
Nitekim Davutoğlu’nun telkiniyle Lübnan’ın “çekimser”, NATO’ya aday Bosna’nın ise “evet” oyu vermesi Türkiye’nin ABD’ye kulis arkasında yaptığı bir jest değil de nedir?
Diğer cihette ise Dışişleri Bakanı Hilary Clinton’un BM’den hemen sonra “Türkiye ve Brezilya’nın açtığı kanal kapanmamalı” demesi de bir tesadüf oluşturmuyor.
Demek ki iddiaların aksine, aynı ABD “külahları değiştirmek” tavrını benimsemiyor.
DİĞER taraftan, son Güvenlik Konseyi kararının aslında Amerikan iç politikasına yönelik bir girişimle de bütünleştiğini mutlaka ve mutlaka da görmemiz gerekiyor.
O da şu ki, Obama yönetimi kendisini İran konusunda gevşeklikle suçlayan neo-con ve Siyonist lobileri teskin etmek, deyim yerindeyse “ağızlarına bir parmak bal çalmak” ve böylelikle de muhtemel yeni “açılımlar” için marj ve denge sağlamak zorundaydı.
Nitekim BM kararı çıkar çıkmaz aynı Obama derhal yeni marjını kullandı önceki gün Filistin lideri Abbas’la görüştükten sonra, “Gazze ve Filistin’deki statüko artık böyle statüko” demekle yetinmedi, bir de “Mavi Marmara” için uluslararası komisyon istedi.
Başka bir deyişle, iç politika - dış politika ilişkisinde “eksen ayarı” yaptı.
İşte Türkiye de zaten elâstiki olan eksende bu tür ayarlar yapıyor, ama dışına kaymıyor.
Paylaş