ÖZAL’la lûgatimize giren "vizyon" kelimesini "bakış açısı" diye tercüme edebiliriz.
Ama öyle bir "bakış açısı" ki, mümkün mertebe en uzak ufku kapsaması gerekir.
Başka bir deyişle, burada ağacın tekilliği değil ormanın bütünlüğü belirleyicidir.
* * *
FAKAT, en mümkün mertebe "optimum" ayarı tutturabilmek hayati önem arzeder.
Bunu, dürbün, teleskop, pertavsız, mikroskop, objektif gibi maddi aletlere yansıttığımız takdirde ise hem merceğin kalitesi, hem de optik ölçüm tayin edici nitelik taşır.
Örneğin, dalgalı deniz tekneyi salladığından ve böyle bir hareketlilik de imajı insan gözünde istikrarsız kıldığından, gemici dürbünlerinde çok fazla dış bükey tercih edilmez.
Bunlar genelde yedi defa büyültenlerinden seçilir.
* * *
ÖTE yandan, velev ki "Swarowsky" veya "Zeiss" gibi en kalantor ve en usta merceklerden olmasın, yine de bunların cam cilásı; genişlik çapı ve odak ayarı tayin edicidir.
Eh, Filipin mamulátı kıtıpiyoz bir dürbünü panayır pertavsızı niyetine kullanırsınız.
Üstelik, merceğiniz kalburüstü derecede iyi yontulmuş olsa bile, yukarıdaki çap ve odak oranları sizin ihtiyacınıza cevap ölçeklerde hesaplanmamışsa, yine işinize tam yaramaz.
Tutarsınız, sanki kuyruklu yıldız izleyecekmişsiniz gibi, kaptan köşkünde yahut yeke dümeninde astronom teleskopu kullanmaya kalkışırsınız.
Dolayısıyla da, netleştirebildiğiniz tek nokta hariç, ön ve arka plandaki tüm görünüm tamamen flu kalır. Buralarda kör sayılırsınız.
Ve, karşı yatın küpeştesinde üstsüz güneşlenen hatunları seyredeceğim derken aradaki kayayı görmeyip bodoslamadan bindirirsiniz ki, telsiz kanalında "s.o.s" feryádına başlarsınız.
* * *
VEYA tam aksine, oranları ters biçimde üretilmiş bir dürbünle bordoya çıkarsınız.
Yani, sanki balık gözü bir fotoğraf objektifiymiş gibi, bu defa hem o kayanın, hem o yatın ve hem de hatta, çok uzaktaki bir kıyının tümünü birden açıya dahil edebirsiniz.
Ama bunlar öylesine küçük kalırlar ki, söz konusu hatunların sırtında kürk var sanıp başınızı çevirmemeniz bir yana, mesafe uzak gözüktüğünden, bu defa direk yata bindirirsiniz.
O halde, rahmetli Özal’la lûgatimize giren kelimeyi şöyle tarif etmemiz gerekiyor:
* * *
"VİZYON", her hangi bir manzaranın önce bütününe, sonra ayrıntısına en uzak ve en geniş perspektifle bakarak onu ve onları en yakın ve en net biçimde görebilmektir ki, bunların hepsinin ortalamasında en mükemmele ulaşılabilen en azámi noktaya tekabül eder.
Ve işte, AB’nin Türkiye’yle üyelik müzakerelerini "yavaşlatmak" kararı almasından sonra biz de böylesine "azámi" bir "vizyon"a; yani, dürbün merceklerinin "optimum" odakta bütünleştiği ufuk ve detay ortalamasına sahip olmak zorundayız.
Peki, sahip miyiz?
* * *
HAYIR, değiliz!
Zira, küçük çaplı ve kötü yontulu mercek kullanarak Ankara sürecini yokuşa süren AB deniz ufkunu ne denli vizyonsuz gözetliyorsa; biz de aynı dalgalı denizin teknesinde dar açılı ve ters oranlı teleskop kullanmaya kalkışarak, aynı ölçüde vizyonsuzluksergiliyoruz.
Tek fark birinin iç bükey, ötekinin ise dış bükey dürbünle bakmasından kaynaklanıyor.
Ve, bunların ikisi de gemiciliğin seyrüsefer ve merceğin optik kurallarıyla uyuşmuyor.
Biri kayaya bindirecek kadar yakın, diğeri yata toslayacak kadar uzak gösteriyor.
Ey "vizyon", ne bir fazla, ne bir eksik, her ikisine de imajı tam yedi defa büyülten ve cilásı ışığı tam geçiren, en marka ve en kaliteli cinsinden birer denizci dürbünü ihsan eyle!