Koptu kopacak pazarlıklardan sonra ancak cumartesi sabahı noktalandı ve yine "hayati" addedilen AB zirvesi ertesinde yukarıdaki soruyu sormak gerekiyor.
Çünkü, Brüksel’deki doruk toplantısından çıkan sonuç iki yoruma da açık kapı bıraktı.
O halde, önce birinci varsayımı kabullenelim ve bardağın "dolu" olduğunu söyleyelim.
* * *
ÖYLE, zira yirmi yedi devlet ve hükümet başkan eninde sonunda anlaşmaya vardılar.
Ve aslına bakarsanız da, Belçika başkentinde gerçekleşen "23 Haziran Uzlaşması" öz itibariyle eskinin yenilenmesi anlamına geldi.
Başka bir deyişle, Fransa ve Hollanda referandumlarıyla reddedildiği için suya düşmüş olan Topluluk Anayasası bu defa "layt" biçimde onaylanmış oldu.
Çünkü, ortak bayrak, marş, para gibi kozmetikunsurların metinden çıkartılması ve oy mekanizması değişikliğinin 2014 yılına ertelenmesi bir yana, AB zirvesinde benimsenen karar yumağı, aşağı yukarı, söz konusu Anayasa’nın yüzde seksenini kapsayan bir içerik taşıdı.
Dolayısıyla da, bunu yukarıdaki "dolu" hanesinin en başına yazalım.
* * *
FAKAT şüphesiz, Paris Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ısrarla kullandığı "basitleştirilmiş" deyimine rağmen Brüksel uzlaşması hiç mi hiç "basit" nitelik taşımıyor.
Tam tersine, gider eteri, gelir beteri hesabı, metnin kaleme almış olan ve "avrokrasi" denilen lisánın arkasında muazzam bir çetrefillik yatıyor. İçinden çıkabilen beri gelsin!
Ancak, daha ilk temel taşlarından itibaren AET inşaatının "sokaktaki adam"da "anlaşılmazlık" yarattığı ve yirmi yedi üyeli bir organizmayı "sıradanlaştırmak" da hemen hemen imkánsızlık taşıdığı için, bunu o kadar büyütmemek gerekiyor.
Tamam, dün olduğu gibi bugün de "yurttaşlar Avrupa’sı" hayali gerçeğe uzaktır.
Ama, yeni "Hükümetlerarası Konferans" ve önümüzdeki Aralık zirvesi ertesinde eğer rota tutturulursa, şöyle veya böyle, gemi yürüyecektir.
Peki de, o rota gerçekten de tutturulabilecek midir?
İşte, esas soru ve dolayısıyla da bardağın "boş" hacmi tam burada göz çıkartıyor.
* * *
EVET evet, bardak burada "boş"tur,çünkü yeni anlaşma ancak "biçim"e tekabül etti.
Kafa göz yarılarak sürdürülen pazarlık ertesinde, üstelik o bile kesinlik arzetmemek kaydıyla, cumartesi sabaha doğru sadece ve sadece "şekliyet" saptandı. Yöntemde anlaşıldı.
Yani, genişlemeden küreselleşmeye veya ortak tarım politikasından iktisat ve çevre siyasetine, her bir kendi başına dev bir sorun oluşturan ve hiç şüphesiz ki AB’nin geleceğini belirleyecek olan konuların tek bir tanesi dahi "uzlaşma" çerçevesi içinde yer almadı.
Üstelik, Polonya’daki Kaczinski Biraderler’in paranoyak dayatmasından İngiltere’deki Tony Blair’in "kırmızı çizgiler"ine, daha sırf yukarıdaki "biçimsel ve yöntemsel" (!) tartışmalarda bile "kopuş noktası"na varılması, geleceği fazlasıyla karartmış oldu.
Varın, iş o öze ve içeriğe geldiğinde durumun ne denli vahimleşeceğini siz düşünün.
Dolayısıyla da, 23 Haziran kararları önemli bir ihtimalle, farklı halkalardan oluşacak "çok vitesli Avrupa"nın haberciliğini yaptı.
* * *
ÖTE yandan, özellikle Polonya konusundaki "yapıcı inisiyatif"inden ötürü Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin zirve sırasında "pırıldadığını" itiraf etmemiz gerekiyor.
Zaten, aynı Fransa’nın Ankara’yla başlatılması öngörülen "euro müzakereleri"ni dün Brüksel’de "rahat" (!) veto etmesiyle bu "pırıldama" arasında sembolik bir ilişki bulunuyor.
Yarın konuyu Türkiye açısından daha ayrıntılı bir çerçevede ele alacağım.