Doğru ve Boğazlara doğru

DOĞRU, doğrudur!

Yani, eğer içeriği gerçekse, velev ki günahım kadar sevmediğim W. rumuzlu Bush’un ağzından olsun, inandırıcılığı tartışmalı şahıslar tarafından ifade edilen doğrular da doğrudur.

ABD Başkanı’nın West Point Askeri Akademisi’nde yaptığı konuşmayı kastettim.

Dünkü gazetelerde okudunuz, Bush önceki gün burada, Türkiye ve Yunanistan’ın 2. Savaş ertesindeki komünizm tehlikesini Birleşik Devletler sayesinde savabildiğini söyledi.

Tabii ki öyledir!

* * *

EVET öyledir ve ülkemiz bu açıdan, diğer "Hür Dünya" devletleri gibi; háttá, yazıda açıklayacağım konjonktürden dolayı belki onlardan da biraz fazla, ABD’ye şükrán borçludur.

Çünkü, bırakın evrensel tarihi, kendi ülkesinin tarihini dahi bilmeyen veya tahrif eden "ulusalcılar"ın yutturmaya çalıştığının aksine, "Leninist - Kemalist dostluk" bir safsatadır.

Zira, "kızıl" veya değil, Moskofya esas olarak daima Çarlığın "sıcak denizlere inmek" politikasına sadık kaldı. Hedeften bir milim bile şaşmadı.

Yani, ne edip edip bizim boğazlarımızı denetleyecek ve oradan da "engine açılacak".

* * *

DOLAYISIYLA, o sıra henüz kendi iktidarlarını pekiştirmek peşinde koşan Bolşeviklerin, İstiklál Harbi ve ilk Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye’ye metazori "yakın durmuş" (!) olmaları, tamamen reelpolitik ve geçici bir siyasete tekabül eder. Sahtedir.

Nitekim, başta Mustafa Kemal, tüm zahiri "dayanışma" nutuklarına rağmen Ankara ilk andan itibaren Rusya’ya karşı binbir temkinle yaklaştı. İhtiyatı hiç elden bırakmadı.

Daha ötesi, Türk dış politikası daima "soğuktan gelen tehlike" ekseninde belirlendi.

Ve, diğer bazı yönleri bir yana ama, sadece ve sadece ülkemizi 2. Dünya Savaşı kıyametinden uzak tutmakla bile "dáhi devlet adamı" kimliğini hakeden İsmet İnönü, Harp’in patladığı 1 Eylül 1939 gününden, Çankaya’da iktidarı devrettiği 14 Mayıs 1950 tarihine kadar, o Türk dış politikasını "Sovyetleri savmak" temeline oturttu.

Daha doğrusu, söz konusu Sovyetler’in ülkemize yönelik emperyalist emellerinden dolayı mecburen oturmak zorunda kaldı ki, Bush’un değindiği "doğru" da buna dahidir.

* * *

EN önce, SSCB bir nebze "palazlandığı" andan itibaren, ilk iş olarak, yukarıdaki riyakár "dostluğu" defterden siliverdi. Türkiye’ye yönelik "iştah"ını artık saklamaz oldu.

Bunun en hayati dönüm noktasını da, biri "kızıl", biri "háki" iki melûn totalitarizmin aniden birleşip 1939’da inşa ettiği Alman - Rus Paktı oluşturur. Durum "álenileşir".

Öyle ki, Stalin’in yeni Dışişleri Bakanı Molotof, Moskova’da ilkin gizli buluştuğu Nazi meslektaşı Ribbentrop’a, az biraz haralom şaralomdan sonra, baklayı çıkartıvermişti:

"Biz de İstanbul ve Çanakkale boğazlarını ’Türklerle beraber’ (!) denetleyelim".

* * *

ŞU işe bakın, en temel ulus hükümranlığımızı Kremlin’le "beraber" (!) paylaşacağız.

Beykoz’dan Ahırkapı’ya, transit gemileri Rus römorkörler yedeğe alacak. Gelibolu’ dan itibaren de taretleri sahile dönük Sovyet dretnotlar devriye gezecek. Egemenliğe kitakse!

Molotof, 1939’da geçiştirilen bu talebi bir ertesi yıl, yani Polonya postunun Almanya ve Rusya arasında paylaşılmasından sonraki 1940 Kasım buluşmasında tekrar masaya sürdü.

Fakat, hem istek o sıra Hitler’in işine gelmediğinden; hem de bilhassa, aynı Hitler beş ay sonra "müttefik"ine (!) saldırdığından, defter çok kısa bir süre için kapanmış oldu.

Evet, ancak çok, çok kısa bir süre için kapandı ve henüz bir-bir buçuk yıla kalmadan komünist Rusya daha da yüzsüz ve saldırgan biçimde egemenliğimize "sulandı" ki, sonradan Bush’un vurguladığı "doğru" çerçevesine uzanacak olan bu gelişmeleri yarına bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları