Zaten, kadınlara ilişkin olarak çok daha edepsizleri var ama, burada zikredemem.
Üstelik, "dayak arsızı"ndan "şamar oğlanı"na veya "falakaya yatırmak"tan "tokat nakşetmek"e, şiddeti meşrulaştıran veya saptayan deyimler de Türkçede ibadullahtır.
Belki de dilimiz, bu konuda yeryüzünün en "zengin" lûgat dağarcığına sahiptir.
Oysa, hiçbir dilasla "masum" değildir ve olamaz!
* * *
YANİ şunudemek istiyorum ki, herhangi bir lisanda yerleşiklik kazanmış ifadeler, cináslar, terimler, atasözleri gökten zembille inmez ve inmiyor. İnsanların ağzında oluşuyor.
Dolayısıyla, bunlar o insanların hem beyin, hem kültür parametrelerine ayna tutuyorlar
"Geri plan", "kolektif hafıza", "hál ve oluş tarzı" hakkında delil sunuyorlar.
Bir anlamda, toplumların bilinçaltını teşhir eden turnosol kağıdı işlevini görüyorlar.
Örneğin, en baştaki "kızını dövmeyen, dizini döver" ifadesi, derhal, hükümrán erkeklerin dişilere üstün sayıldığı ataerkil ve pederşahi bir sosyolojiyi yansıtıyor.
İkinci olarak da, "terbiye" (!), "eğitim" (!), "itaat" (!) anlayışlarının şiddet ekseni üzerinde yükseldiği bir değerler manzumesinin varlığı anında "sı-rı-tı-yor".
"Masum" olmayan dil, en azından geçmişteki "sabıka"ların ipuçunu veriyor.
* * *
DAHA ötesi, belki o geçmişi ve hafızayı kapsadığı oranda değilse bile, her lisanda mevcut olan deyimler lûgati aynı zamanda bugünü ve geleceği de yeniden üretebiliyor.
Bilinçaltı kültürü tekrar oluşturuyor. Harmanlıyor ve "kıvama getiriyor".
Meselá, kendimiz kullanmaktan sakınsak dahi, "eti senin, kemiği benim" ifadesi hálá ve hálá dil pelesengi edildiği ölçüde, muhtemelen farkına varmadan, öğretmenlerin çocukları "dövmek hakkı" (!) olabileceği türünden bir rezáleti giderek kanıksamaya başlıyoruz.
Hiç olmassa, böyle bir durumda etrafı vaveylaya ve hoca bozuntusunu mahkemeye vermenin "aşırı" (!) kaçabileceğini düşünüyoruz. Háttá belki de, "ortam"dan korkuyoruz.
Üstelik, "dayak cennetten çıkmadır" sözüne kuvvet, bizzat biz kendi çocuğumuza "tokat nakşetmek"yi "terbiye" sayıyorsak; okulda, karakolda, kışlada, sokakta; üstelik bir de "erkek"sek (!), ailede şiddet kullanılmasını "sıradan" ve "luzûmlu" bulabiliyoruz.
Eh, zaten "atalarımız" bu defa da ne demiş?
Kadının sırtından sopayı, belinden sıpayı eksik etmeyeceksin?
* * *
ELİNİN körü ve de yetti! "Ata"sı da, "atasözü" de yetti!
Aşınmış ve aşılmış bir tarihin duraganlığına sarılarak, zincirleme süreçte, en çekirdek birim aileden en zirve birim devlete dek şiddeti "mübáh"; veya, bunu açıkça itiraf etmek ayıp kaçtığı için gizliden gizliye "mazur" (!) kılan "dayak kültürü" artık bıçağı kemiğe dayadı.
Hele hele, "erkek hükümránı" ideolojinin sefil zorbalığı isyan raddesine vardırdı.
Dolayısıyla, kadınlar, o isyan en önce sizin hakkınızdır! Kutsal hakkınızdır!
Kadınlar, "kadının sırtından sopayı, belinden sıpayı eksik etmeyeceksin" yazanşu soysuzluklugátini, bunu dilinde veya bilinçaltında tekrarlayan erkeklerin başında parçalayın.
Kadınlar, "meşru müdafaa" dünyanın bütün dillerinde evrensel bir deyimdir!