Cumhuriyet, yöntem ve yanlış

KARA Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un KHO konuşmasından yola çıkarak iki gündür vurguladığım gibi, 1923 cumhuriyetimizin "ulus devlet-laik devlet-üniter devlet" ilkesinde ve onun genel modernite projesinde, Orgeneral’le tamamen birleşiyorum.

Fakat, söz konusu ilke ve projenin yöntem sorununa gelince, Başbuğ’la ayrışıyorum.

Çünkü ben, yine dün belirttiğim gibi, aynı modernitenin "deneme-doğrulama" mantıkçılığından hareket ederek ve seksendört yıllık tecrübeyi gözlemleyerek, o cumhuriyetin "amaç"a varmak isterken "araç"ta ciddi yanılgılara düştüğü kanaatini taşıyorum.

Dolayısıyla da, yukarıdaki ilke ve projenin "öz"de mutlaka aynı kalması kaydıyla, "biçim"de değişikliğe gitmenin artık yine mutlak zorunluluk haline geldiğini düşünüyorum.

* * *

FARKINDAYIM farkındayım, burada bunu söyledim ya, sığlığı ve kofluğu illállah dedirten "statüko zaptiyeleri" şimdi yine her zamanki iftiracılık taktiğine başvuracaklardır.

"İşte gördünüz mü, cumhuriyetin altını sinsice oymak için ağızlarındaki baklayı çıkarıyorlar" diye, o çok bildik çamur at izi kalsın çirkefliğinden medet umacaklardır.

Eh, n’apim? Onlara karşı elimden fazla bir şey gelmez. Gelemez.

Ben yazdıklarımdan sorumluyum ve başkalarındaki patolojik arázlara hekim olamam.

"Ulus devlet-laik devlet-üniter devlet" ilkesini kesinkes benimsedikten ve postmodern hezeyánlara karşı da modern akılcılığı sahiplendikten sonra, hálá "müneccimbaşı faráziye"ler (!) üreten psikopat ve paranoyak ruhları ikná etmem mümkün değildir.

O halde tekrar konuya, yani Cumhuriyet’in "yöntem yanlışları"na dönelim.

* * *

FAKAT burada da en önce şunu söylemem gerekiyor: Aslını inkár eden námerttir ve bugün yanlış saptıyor olmak, 1923 cumhuriyetimizi küçümsemek anlamına gelmez. Háşá!

Kimse gökten zembille inmediği gibi, çokuluslu bir imparatorluktan geç ulus devlete dönüşümü başarmış olan; üstelik bunu İslámi aidiyetten bir toplumda muzaffer kılan o Cumhuriyet ve kurucusu Kemal Atatürk, hiç şüphe yok ki, gerçekten dev bir emsáldir.

Sırf millet tarihimizde değil, modern zamanların evrensel tarihinde de emsáldir.

Artı, seksendört yılın tecrübesi sayesinde bazı yöntemlerin "yanlış" olduğu sonucuna varmak, onları geçmişin şartlarından soyutlayarak değerlendirmek anlamına da gelmez.

Davulun sesi uzaktan hoş gelir, şimdi hatá görmek kolaydır da, otoriterliğin yükseliş sürecinde ve laik kimliğe yabancı bir dokuda cumhuriyet inşa etmek; üstelik de bunu tek bir örneğe sahip bulunmadan gerçekleştirmek tabii ki sonsuz zordur. Sonsuz da zor olmuştur.

Dolayısıyla, "amaç"ta doğru, haklı ve meşrû Cumhuriyet’imizin "araç"ta biçim, usûl ve yöntem "yanlış"ları yapmış olması yine aynı ölçüde sonsuz doğal ve sonsuz ve normaldir.

* * *

NORMAL ve doğal olmayan tek, ama tek bir şey var!

Yanlışı kabullenmemek ve geçmişin yöntem, uslûp ve usûllerinde ısrar ve inat etmek.

"Biçim"e ilişkin her eleştiriyi de "öz"e tecávüzmüş gibi algılamak ve öyle sunmak.

Oysa, seksen dört yılın "deneme-doğrulama" metodu işte kesin ispatını sunuyor!

Kesin delilini ve ipucunu veriyor ki, ortada "araç"a ilişkin bir "yanlışlar dizisi" var!

O ispatın, o delilin, o ipucunun báriz göstergesini de, dün Kara Kuvvetleri Komutanı Başbuğ’un veya bugün Genelkurmay Başkanı Büyükyanıt’ın konuşmaları oluşturuyor.

Dünyanın başka ordularında örneği görülmemiş şekilde, felsefi kavramları tanımlamak gibi sivil akademisyen bir role dahi soyunmak refleksi dahil, askeri bürokrasi seksendört yılın cumhuriyet ilkelerini "hatırlatmak", "vurgulamak", "yorumlamak" ihtiyacını hissediyor.

Ve, eğer ortada ciddi bir "yanlış" bulunmasaydı asla böyle "sıradan dışı" bir reflekse ve böyle "kural harici" bir ihtiyaca da gereksinim olmayacaktı ki, konuyu yarın işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları