CUMHURİYET ideolojisi "elitist", yani "seçkinci" olmakla da eleştiriliyor. Estağfurullah! Daha neler!
Böyle bir sonuca varmak ancak, o "elit" kelimesini, eski Asmalımescit’te aynı adı taşıyan ve mürekkep yalamışlara mekán oluşturan pastahaneyle özdeşleştirmekle mümkündür.
Başka bir deyişle, sözcüğü ayağa düşürmek ve anlamını hadım etmek gerekir.
Oysa hayır, Cumhuriyet’in ne ideolojisi, ne de yönetimi "seçkinci"dir!
Bal gibi de "vasat"tırve "vasatçı"dır! Eğer illá Frenk deyim kullanılacaksa da, buna "mediyokr" ve "mediyokrasi" denir.
* * *
ANCAK dikkat, aşağıda değineceğim gibi Cumhuriyet’in "vasatlıkta eşitlik" empoze etmiş olması, onun kurucularının evrensel "elit"e yakın durdukları gerçeğini değiştirmez.
Evet evet, orijinal metinden okuduğu Voltaire’e Fransızca not düşen ve değme Batılı devlet adamına taş çıkartacak ölçüde mükemmel giyinen Atatürk; yahut, Fizan çölünde gramafonla klasik Garp müziği dinleyen ve istirahat vakti satranç oynayan İnönü başta olmak üzere, Cumhuriyet öncüleri kendilerinden sonrakilerle kıyaslanmayacak oranda "seçkin"diler.
Daha da uzatabileceğim bu örnekler ise tek bir gerekçeden kaynaklanıyordu.
Velev ki imparatorluğu ulus-devlete dönüştürmüş olsunlar, yukarıdaki öncüler aynı zamanda, yetişme ve terbiye açısından o İmparatorluk’un "kaymak tabaka"sına dahildiler.
Yani, iktisadi değilse bile fikri-mesleki planda Dersaadet-Rumeli-Kafkas çıkışlı kremadan indikleri gibi, zaten emperyal kültürlerini bir de otodidakt azimle pekiştirmişlerdi. Oysa, kurdukları rejime ilişkin tercihleri farklı oldu; veya, farklı olmak zorunda oldu.
* * *
FARKLI oldu ve önlerine ana hedef olarak, genel bir "vasat"a ulaşmayı koydular. Dolayısıyla da çıtayı aşağılara, haydi haydi aşağılara çekmek mecburiyetinde kaldılar.
"Mediyokr" bir ortalamayı yoğun kılmak siyasetini benimsediler ve empoze ettiler.
Günün şartlarında kısmen anlaşılabilir bir tercihti ama, "statüko zaptiyeleri"nin daha sonra da bunu dayatması ve o çıtayı aşanın tepesine değnek indirmesi artık kabul edilemez!
Zaten "Altı Ok" ilkesinin "temel ruh"undan, bunu daha da geliştirmiş Recep Peker’in "İnkiláp Dersleri"ne; bürokrasiye tercih kriterlerinden Köy Enstitüleri angaryacılığına, Cumhuriyet ideolojisinin teorisi de, pratiği de işte bu "vasatlıkta eşitlik" tercihinde yükselir.
Eflátun’un idealleştirdiği "Cumhuriyet"teki o "yönetici elitler" T.C.’de yoktur.
* * *
ARTI, İngiliz aristokrasisinin Oxford-Cambridge kurumlarına kadar gitmiyorum ama, biraz Mülkiye hariç, devrimler oturur oturmaz Fransızların ve Bolşeviklerin bile "seçkin" yetiştirmek için derhal oluşturduğu türden okul ve üniversiteler de bizde yoktur.
Zaten, bugün kendilerini o "devlet"le özdeşleştiren "ricál"e şöyle bir bakın. Onun adına "fikir" üretmeye kalkışan "münevverán"ı turnusol káğıdına tutun.
Söylem, yazı ve icráatlarını, háttá giyim, zevk ve estetiklerini evrensel kefede tarttığınız takdirde hemen farkedersiniz ki, "Ankara ruhiyatı"yla bütünleşen bu kof kesime "elit" diyebilmek için bin yalancı şahit aramak bir yana, onlar "vasat"a dahi iltimasla girer.
Üstelik, fikri ve iktisadi çağdaş Türk elitlerinin ezici çoğunluk olarak, kendilerini iğdiş edecek o Ankara’dan mümkün mertebe; devletten ise haydi haydi kaçtığı hepimize malûmdur.
* * *
O halde, Cumhuriyet ideolojisi "elitist" diye eleştirmek, onun lûgatini kabullenmektir. Oysa, statükonun dayattığı bu lûgat kavramı altüst ettiği gibi, sistemi de, kendilerine "seçkinlik" vehmeden sıradan "vasatlar"ın hazin "mediyokrasi"sinden başka bir değildir.
Ve vehim başka, gerçek başka ki, eh, eski "Elit" pastahanesinde profitorol yemiyoruz.