LÜBNAN’daki BM kuvvetine hangi ülkelerin katıldığını tam biliyor musunuz?
Verdikleri asker sayısını da parantez içine alarak hepsini teker teker sıralıyorum.
İtalya (2500); Fransa (2000); Bangladeş (1500); Endonezya (1000); Malezya (1000); İspanya (950); Belçika (394); Polonya (300); Finlandiya (250) ve Nepal (en az bir tabur).
Demek Ankara’yla birlikte toplam on bir başkent "UNIFIL" rumuzlu uluslararası güce personel sağlamış oluyor ki, bunlardan dördü Müslüman kimlik taşıyor.
O halde, şimdi şu soruyu sormak gerekiyor:
* * *
İSLAMİ aidiyetten olanları da dahil, yukarıda adı geçen devletlerden herhangi birisinde, asker göndermeye ilişkin olarak Türkiye’dekine benzer bir tartışma duydunuz mu?
Yani, "ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine hizmet" eksenli sloganların atıldığı: demeçlerin patlatıldığını; "tahliller"in (!) yazıldığını işittiniz, yahut okudunuz mu?
Ben ki meslek yükümlülüğümden dolayı bunların her birini çok yakından izliyorum, oralardan gelmiş böylesine şaklabanlık haberlerini ne duydum, ne işittim, ne de okudum!
Ama eğer yalanım varsa birisi kalksın ve "Bangladeş ’UNIFIL’e asker yollamasın diye şu tarihte Dakka’da dev gösteri yapıldı ve camide cuma vaazı verildi" desin.
Ya da, "Endonezya Cumhurbaşkanı Cakarta’da, ’bizim hayati çıkarlarımız Timor Denizi’nin ötesine geçmez. Tá Allah’ın Akdeniz’indeki bir Lübnan’da ne işimiz varmış’ diye zehir zemberek açıklamada bulundu" diye yüzüme vursun.
Tükürdüğümü yalayacağım ve burada álenen özür dileyeceğim.
* * *
FAKAT doğru, her ülkede káh alçak, káh yüksek sesle tartışmalar yapıldı. Yapılıyor.
Ama bunlar apayrı bir boyutta odaklanıyor. Siyasi değil "teknik" içerik taşıyor.
Yani, benim de kaç kez değindiğim gibi, 1701 sayılı Güvenlik Konseyi kararının BM misyonunu ve onun manevra marjını "muallakta" bırakmış olmasından kaynaklanıyor.
Başka bir deyişle, "iki ateş arasında kalmak" gibi haklı bir endişeyi kapsıyor.
Yoksa kimse, bizim cahil ve fanatik meczuplar gibi, "Barış Gücü ABD’nin Yeni Ortadoğu projesine hizmet etmek ve bir sonraki İsrail’in saldırısına kadar siyonist devletin sınırlarını korumak için gönderiliyor" türü zavallı komplo teorileri uydurmuyor.
Eh, akıl var yakıl var, zaten en baştan "he" demiş olan "Hizbullah"ın ötesinde, onun da hámisi durumundaki bir İran daha önceki gün ve de bizzat Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın ağzından BM Sekreteri Kofi Annan’a kesin destek" ifade etmişken, bir nebzecik kafası çalışan her insan yukarıdaki cins uydurmasyonlara ancak güler.
* * *
PEKİ, biz neden gülmüyoruz? Böyle kof komplo teorilerini nasıl ciddiye alıyoruz?
Ciddiye aldığımız yetmiyormuş gibi, hangi akla hizmet, káh "İslami dayanışma"; káh "anti-Amerikan mücadele"; káh "anti-militarist barış" yaftaları altında, "Hizbullah"tan daha "inançlı" (!) Müslüman; Ahmedinejad’dan daha saf Amerikan karşıtı; talepkár Lübnan halkından da daha fazla "sulhperest" (!) olduğumuza kendimizi inandırmaya çalışıyoruz?
İspanyollar, İtalyanlar, Lehler kendi askerlerinin canını bizden daha az mı kolluyor?
Endonezyalılar, Malalar, Bengaliler "din kardeşleri"ni bizden daha az mı seviyor?
Ezelden beri Washington’a zıt Fransa göz göre göre "ABD tuzağı"na mı düşüyor?
Bu tuzağı bir tek bizim "kulağı kesikler" fark ediyor da, Roma, Paris, Madrid siyaset sahnesindeki o kadar sosyalist, komünist ve çevreci "militarist besleme" mi oluyor?
Evet, niçin bir tek biz, dünyaya bön bakan cahillerin cesaretiyle ahkám kesiyoruz?
Oysa Lübnan barış; dolayısıyla uluslararası güç; dolayısıyla da Türk askeri istiyor ki, yukarıdaki sonsuz hazin soruların cevabını beklersek iş artık tamamen işten geçmiş olacak.