EH, demokrasi geleneğinden süzülen bir Büyük Britanya adası tabii ki Türkiye değil!
Hele hele, ora madencilerinin ter, toz ve kazmayla kömüre işlemiş olduğu "proleter kültür",bizim Deniz Baykal veya Rahşan Ecevit’lerin "ömür boyu lider";partilerinin ise kıymeti kendinden menkûl "sol" addedildiği fasulyeden bir sol hiç değil!
Dolayısıyla, işte Tony Blair daha önce vermiş olduğu söze sadık kaldı ve on yıllık bir süreden sonra İngiltere başbakanlığından istifa etti.
En azından, siyasi dürüstlüğünü selámlamak zorundayız.
* * *
ARDINDAN, dobraya dobra, bir çuval inciri berbat eden ve ne affedilecek, ne de hoşgörülecek bir yanı olan Irak maceraperestliğini "harici feláket" defterine yazdıktan sonra, "dahili bilançosu"nun "m-ü-k-e-m-m-e-l" olduğunu da söylemek zorundayız.
Öyle, çünkü İşçi Partisi lideri insanların daha refah içinde yaşadığı ve geleceğe daha güvenle baktığı bir Birleşik Krallık bırakarak görevden ayrıldı.
Doğru, aristokratik geleneklerine uzanan eşitsizlikskalası değişmedi. Háttá derinleşti.
Fakat, Blair döneminde "ortalama çıta" çok yükseldi. Haydi haydi yükseldi.
Başka bir deyişle, yoksulluğun seviyesi ve onun yoğunluğu en altlara çekildi.
Bugünün İngiltere’sinde zenginler yine zenginse de, on yıl önceyle kıyaslanırsa, zaten artık devede kulak kalan fakirler gerçek anlamda fakir de, fukara da, yoksul da değildirler!
* * *
EVET değildirler, zira açık rakamlar, net istatistikler, sarih bilançolar ortada, Tony Blair’le birlikte "Thatcher’lı yıllar"ın dayatmış olduğu sosyal marjinalleşme nihayete erdi.
İşsizlik sigortasından kreş arzına, siga siga, "ináyetli devlet" tekrar devreye girdi.
Ama ihtiyatlı adam, yukarıdaki "Demir Leydi"nin geçmiş tabuları kırmış olmasından yararlanan ve "sessiz ve derinden" gitmeyi tercih eden Londra lideri bu sıfatı ağzına almadı.
Dolayısıyla da Marksizan kesim tarafından daima "sağcılık"la suçlandı.
Oysa Blair pratikte, sosyal devletin düşkün yurttaşa kol kanat gerdiği politikalar üretti.
Bir anlamda, o Marksistlerin hep dil pelesengi ettiği "zenginliği paylaştırarak fakirliği yenmek"; yani özünde "fakirliği genelleştirmek" popülizmiyle köprüleri attı.
Genel ortalamayı artırarak yoksulu da zenginleştirmek siyasetini fiiliyata geçirdi.
Zaten de, kesintisiz yüzde 2,5 kalkınma hızıyla İngiltere bir Avrupa rekoruna imza attı.
Sanayi devriminden miras köhne ekonomiyi tümden yeniledi. Rekabet gücünü arttırdı.
İşte bu yüzden de, çok değil kısa bir süre öncesine dek "hasta Ada" diye anılan Büyük Britanya bugün bütün Yaşlı Kıta’nın hasetle baktığı bir "gürbüz Ada"ya dönüştü.
Yukarıdaki bilanço ise sırf Blair ve selefi durumundaki Hazine Bakanı Gordon Brown için değil, modern sosyal demokrasi ve sol açısından da bir "örnek zafer" oluşturuyor.
* * *
ANCAK burada hemen bir defa daha tekrarlayayım da yanlış anlamaya yol açmasın.
Yukarıdaki "sosyal demokrasi" ve "sol" deyimlerini evrensel anlamda kullanıyorum.
"Proletarya beşiği" İngiltere’nin şimdi de yapmakta olduğu öncülüğü kastediyorum.
Yani, Blair bilançosu örnek alınmalı derken, ne bileyim ben, hálá iki arada bir derede bocalayan ama yine de madenci kazmasının, işçi tornasının, köylü yabasının gerçek "sol" kültür ve geleneğinden inen Fransız Sosyalist Partisi türünden kurumları çağrıştırıyorum.
Yoksa, sözüm meclisten ve asker muhtırası vesayetli CHP veya DSP’den dışarı, onların "sosyal"le, "demokrasi"yle ve "sol"la uzak - yakın ilgisi olmayan fikrine ve zikrine "nasihat vermek" gibi gaflete düşerek nefes yoracağım sanılmasın. Háşa ve daha neler!