Paylaş
Özetle de bu ülkenin orta-uzun vadede dağılmasını mukadder addettiğimi söylemiştim.
Hatta tevellüdü ta 1830’a uzansa bile, Benelüks krallığının 2030 senesine denk gelecek 200. kuruluş yıldönümünü kutlayabileceğine dahi ihtimal vermediğimi kaydetmiştim.
Gerekçeyi de, aradan geçen uzun süreye rağmen o “ulus” kavramında en temel öğeyi oluşturan “kader birliği” dürtüsünün Belçika’da yerleşiklik kazanamamasına bağlamıştım.
YUKARIDAKİ saptamaları yaptım ya, anlayış kabiliyeti münasip yerleriyle sınırlı bir bölüm “neo-ittihatçı – ulusalcı” taife küplere bindi. Elektronik postam kutum dolup taştı.
“Alçak vatan haini” diye başlayan ve, “lâfı yuvarlayıp kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla demeye getirerek Benelüks ülkesinden çok daha genç bir Türkiye ulus-devletinin de parçalanacağını çağrıştırıyorsun” diye devam eden küfürlerden gına geldi.
Neyse, onların bu dangalaklığını cehaletlerine yorayım ama diğerlerine ne demeli?
Çünkü o sıra Brüksel’de yaşadığımdan, dışişleri kanalıyla makale tercümesini okumuş olan bir dizi Belçika ricali bana “amma da kötümsersin! Şu kadar senede hâlâ, bizlerin hep ‘son an mucizesi’ yarattığımızı öğrenemedin mi” diye serzenişte bulunmuştu.
Hatta şom ağızlılıkla ve müneccimbaşılıkla suçlayanlar bile çıktı ki, eh öyle olsun!
FAKAT tabii öyle olmadı. Gerçeklerin inatçılığı dayattığından hem aradan geçen süreç öngörülerimi doğruladı, hem de işte nihayetinde de 13 Haziran 2010 tarihi gelip çattı.
Çünkü önceki gün gerçekleşen genel seçimlerde, nüfus çoğunluğunu ve ekonomik zenginliği barındıran kuzeydeki Flamanya bölgesi, Belçika’nın tedricen dağılmasını öngören N-VA partisini ve aynı yöndeki diğer iki kurumu yüzde elli sınırına ulaştıran bir tercih yaptı.
Ve, asla tevil götürmeyecek nitelikteki bu “ayrılıkçı zafer” aşağıdaki anlama geliyor:
ARTIK şu kesin ki demografik azınlığı oluşturan ve ana dili Fransızca olan Valon ve Brüksellilerin aksine, Felemenkçe konuşan “çoğunluğun çoğunluğu”, Belçika’nın ruhuna “Te Deum” fatihası okumak iradesini beyan etmiştir. Dolayısıyla da ok yaydan çıkmıştır.
Bundan böyle kaçınılmaz olarak Benelüks krallığı önce tedrici bir “çözülme”, mucize gerçekleşmediği takdirde de orta uzun–vadede bir “bölünme” evresine girecektir.
Sürecin vurdulu kırdılı bir müteveffa Yugoslavya’ya benzemekten ziyade de, yine müteveffa Çekoslovakya gibi bir “medeni boşanma”yla gerçekleşmesi ihtimali yüksektir.
Üstelik hem ülkenin, hem başkentin “Avrupai kimliği”nden ötürü, ayrışmanın AB’de teorileştirilen “ulus ötesi devlet” modeli için “ilk deney”i oluşturması da mümkündür.
Fakat yine de, tamamen irrasyonel bir “mikro milliyetçilik”in tezahürünü oluşturacak olan bu gayr-ı mantıki parçalanma, binbir nedenden dolayı hiç de kolay gerçekleşmeyecektir.
Ancak her halükarda, beş sene önce yazdığım gibi, söz konusu ülkenin 2030’daki 200. kuruluş yıldönümünü klasik bir ulus–devlet olarak kutlaması artık hemen hemen imkânsızdır.
BUNUN tek nedenini her ulus–devlette “manevi maya” hamurlayan ve yurttaşları aynı çatı altında gönüllü olarak buluşturan kader birliğinin Belçika’da tutmaması oluşturuyor.
Nitekim şaka yapmıyoruz, Kıta’daki en eski ulus-devletlerden birisi kuruluşundan tam yüzseksen yıl sonra, sırf o kader birliğini sağlayamadığı içindir ki göz göre göre parçalanıyor.
Dolayısıyla, tüm farklılıklara rağmen Türkiye de dâhil bütün ulus-devletlerin Belçika’ daki irrasyonel “anti-örnek”ten dersler çıkartması ve yurttaşlarını hep aynı “kader birliği”nde birleştirecek “manevi siyasetler”i sürekli sınaması ve sürekli yenilemesi gerekiyor.
Paylaş