1926 yılında Varşova sefirliğine tayin edilen Yahya Kemal, Polonya başkentine giderken uğradığı ve de pek hazetmediği Prag hakkında şu iğnelemeyi kaleme almıştır: "Bir şehr idi güneşsiz / Tek semtini görmedim, Beneş’siz".
* * *
BURADA adı zikredilen Edvard Beneş, Tomas Mazarik’le birlikte Çekoslovakya’nın kurucusu olan ve nihayetinde de cumhurbaşkanı seçilen iki millli kahramandan biridir.
Anlaşılıyor ki, daha sonra yukarıdaki Varşova’dan "Kar Musikileri"ni de yazacak olan özgür ruhlu şairimiz, Çeklerin her tarafı milli kahraman portresiyle donatmasından; heykelini dikmesinden, ismini meydanlara, caddelere, sokaklara vermesinden hoşlanmamıştır.
Ve, buradan itibaren hemen on ana noktayı hatırlatmam gerekiyor:
* * *
BİR; zaten henüz Atatürk olmamış olan Mustafa Kemal yukarıdaki tarihte "Gazi Hazretleri" unvanını taşıyordu. "Ebedi Şef" sıfatını çok daha sonra edinecektir. Biri Konya’da, ötekisi Sarayburnu’nda olmak üzere de yalnız iki heykeli mevcuttur.
İki; Südet bölgesi Cermenlerine karşı biraz baskı uyguluyor olsa dahi, Beneş’i Yahya Kemal’in "gözüne sokan" o Çekoslovakya gerek söz konusu dönemde, gerekse de Hitler’in kendisini yutacağı 1939 Martı’na dek Avrupa’nın e-n demokratik ülkelerinden birisi olmuştur.
Oranın özgürlük ve sivil toplum geleneği Ortaçağ’daki Huş reformculuğuna uzanır.
* * *
DOLAYISIYLA da üç; çokuluslu bir imparatorluğun "ana unsur"u olarak doğmuş Türkiye’yle; yine çokuluslu bir imparatorluktan ama onun "periferik unsur"u olarak kopmuş Bohemya-Moravya-Slovakya ülkesi arasında hiçbir tarihi, beşeri ve dini benzerlik yoktur.
Tek benzeşme, her ikisinin de çiçeği burnunda ulus-devlet olarak sahneye çıkmalarıdır.
Oysa dört; bu hayati farklılıklara ve "nûmune" diye gösterilmesine rağmen, o en demokratik ve en sivil Çekoslovakya "kişi putlaştırılması"nıTürkiye’den önce başlatmıştır.
* * *
ÇÜNKÜbeş; ayrıntısına sonra geleceğim, yukarıdaki "gidişat" (!) 1. Savaş ertesinde bütün bir dünya iklimini belirleyen boraların, fırtınaların, kasırgaların doğal uzantısıdır.
Çeklerin "Beneş takıntısı" Tatra dağlarından inen ve devede kulak kalan bir esindidir.
Türklerin "Gazi Hazretleri" ise Ege sularını yalayan hafif bir meltemdir. O kadar!
Zaten de altı; Yahya Kemal’in treni Prag’dan önce, hepsinin başında birer "rehber" veya "önder" ünvanı bulunan Tsankov’lu "beyaz terör" Sofya’sına; Kodreanu’lu "Demir Muhafız" Bükreş’ine yahut Amiral Horthy’li "çelik yumruk" Peşte’sine uğramamış mıdır ?
İneceği Varşova’da ise "kurtarıcı" Albay Pilsudski nezdinde elçi olmayacak mıdır?
* * *
VE iştebu takdirde de yedi: Esas olarak 1926’dan sonra oturaklaşan faşist "Duce"leri,Nazi "Führer"leri, Komünist "halk babaları"nı zaten geçiyorum ama, şu kesin gerçektir:
1923?1938 arasındaki "Atatürkiláhlaşması" ve "Ebedi Şef" kutsaması; háttá İnönü ’nün ondan sonra "Milli Şef"e dönüşmesi, o an mevcut dünya konjonktüründen soyutlanamaz.
Dolayısıyla da sekiz, dünkü durumu bugünkü kıstaslarımızla eleştiremeyiz.
Eleştirdiğimiz takdirde hem nesnel tarihle çelişiriz, hem de haksızlık yapmış oluruz.
Ve nihayet dokuz; Yahya Kemal’in Prag’daki Beneş’i hicvettiği yıl henüz 1926’dır.
Ama aslında on; çünkü "yıl henüz 1926’dır" derken yanlışa düşmüş oluyorum.
Burada, geçmişi vurgulayan bir "yıl a-r-t-ı-k 1926’dır" ifadesini kullanmakgerekiyor.
Böyle bir geriye dönüş mecburiyeti de, Türkiye dahiltüm modern zamanların tozunu atan ve etkisi hálá süren 1914-1918 Cihan Harbi’nden kaynaklanıyor ki, yarına bırakıyorum.