AŞAĞIDAKİ pasajı, Cumhuriyet ideolojisinin en önemli ve en tutarlı sözcülerinden birisi olan Falih Rıfkı Atay’ın "Denizaşırı" kitabındaki notlardan alıntılayacağım.
Yazarın Brezilya yolculuğunu kapsayan bu notlar ilk kez 1927 yılında ve CHP yayın organı durumundaki "Hakimiyet-i Milliye" (sonra "Ulus") gazetesinde tefrika edilmiştir.
Pasajı kendisini Rio’ya götüren transatlantikteki maskeli balo tasvirinden aktarıyorum.
* * *
"GECE bir travesti balosu oldu. Kılıkların en tuhaflarını herkes Şark’tan alıyor.
Bizim daha iki sene evvel bıraktığımız ve kadınlarımızın henüz terketmedikleri maskara Şark kıyafeti!
Kadınlardan (balodakiler kastediliyor), bizim henüz Şile’de bile rastladığımız esvaplardan giyenler ’Türk gibi’ dedikçe, ben hemen atılıyorum.
’Hayır Arap gibi, bizimkiler şimdi sizden farksızlar’ diyorum".
* * *
ASLINDA şukısacık pasaja muazzam, çok muazzam bir kimlik tragedyası yansıyor.
Şimdi, tam seksen yıl sonra dahi tümüyle geçerli olan unsurları teker teker saptayalım.
Háttá, bunun bilinçaltını Freud Usta’nın kanepesinde psikanaliz seansına yatıralım.
* * *
BİR; Doğu "tuhaflık"laözleşmektedir. Her halükárda da, onun kılığı "maskara"dır.
O halde Cumhuriyet tabii ki Batı’yı hedeflemektedir.
Üstelik, aynı Batı’daki normalliği bir bütün olarak hedeflemektedir.
İki; 1925’te "kıyafet devrimi" gerçekleşmiştir, ama henüz topluma mal olmamıştır.
İstanbul’un burnu dibindeki Şile’de bile kadınlar hálá eski tarz giyinmektedir.
İşte bu yüzden de Falih Rıfkı, gerek "devrim"in yeterince hızlı gitmemesinden, gerekse genel bir kolektif direnişin mevcudiyetinden ötürü yakınma çağrıştırmaktadır.
* * *
SONRA üç; ne dehşet ve hüzün verici şeydir ki, "öteki" o Doğu’yu, o "tuhaflık"ı, o "maskaralık"ı "Türk"le; yani "ben"le bütünleştiriyor.
Oysa "ben" artık iradeci biçimde mutlaka "öteki" olmak istiyorum. Kararlıyım.
Dolayısıyla da, aynı "öteki"ne "hayır, ’ben’’sen’im" diye haykırmak zorundayım.
Bunu hálá bilmediği ve bilhassa da direndiği içinse, aynı zamanda ona öfkeliyim.
Ve nihayet dört; ama benim de şimdi başka bir "öteki"m var!
Genel olarak "Arap" diye tanımlamakla, aslında reddettiğim Doğu’yu kastediyorum.
Yani artık "ben", "sen" olduğum içindir ki, senin "öteki"n neyse, işte benimkisi de o!
* * *
EVET, Atay’ın kısacık satırlarına rağmen psikanaliz kanepesinde upuzun bir seansa dönüşen ve en az seksen yıldır süren bu sonsuz derin ve vahim travmayı hálá yaşıyoruz.
Zaten, Tandoğan Meydanı’na tüm varyantlarıyla ve tüm çetrefilliğiyle yansıyan genel "Cumhuriyet ideolojisi"nin dramı da tam burada odaklanıyor. Bilinçaltı aráz devam ediyor.
Tamamen Batı’ya ait olan laiklik ve cumhuriyetçilik adına, aynı Batı’ya küfrediyorum.
Çünkü, balodaki "maskara"nın "ben" olmadığını "öteki"ne onaylatmak istiyorum.
Ama, "tuhaf" özelliklerimde ısrar ettiğim için, onaylamıyor. Veya kerhenonaylıyor.
Dolayısıyla, o "öteki"ni bu kez düşmana dönüştürüyorum. Tereciye nane yediriyorum
Ve malûm, ruhbilimde buna "aşk-nefret" ilişkisi deniliyor. Hissiyatları karmaştırıyor.
Ancak, insan hayatında bile psikanalitik tedavi çok uzun sürdüğüne göre, toplumların hayatında seksen yıl nedir ki, arázın bugün de devam etmesini fazla yadırgamamak gerekiyor.
Tamam da, hiç unutmayalım ki "ben"i ve "öteki"ni barıştıracak bir tedavi her şeyden önce, itiráftan korkmadan, o psikanaliz kanepesinde yatmak cesaretini göstermekten geçiyor.