TOPHANE’yi bilirim. Öyle yarım yamalak falan değil iyi bilirim. Üstelik de severim.
Bilirim, zira babamın matbaası oradaydı. Beşikteyken post serdim desem yalan olmaz. 6 - 7 Eylül’de dükkânı talandan kurtardığı için Çingene hamal Hamdi’nin Karabaş’taki evine teşekküre gitmişliğim vardır. Babama ve Koço Amca’ya çay bardağında rakı vermişti. Çıraklık yıllarımın öğle paydoslarında ise pilav üstü kuruyu Lüleci Hendek’teki Agop’ un aşevinde kaşıkladım. Esrarkeşleri içeri sokmazdı ve “çek bir betonarme” diye bağırırdı. Zaten o esrarkeşler de üç kuruş bulduğunda rıhtımdaki afyonlu şarabı tercih ederdi. * * * SONRA Tophane’yi severim, çünkü limanımın gerçek argosuna orada vakıf oldum. Yumurta topuk iskarpin ve top ense tıraş, semt bitirimleri kerhaneye gidecek alıkları “bul karayı, al parayı” diye düdüklerken, onlara baka baka enfes bir küfür hazinesi edindim. İftihar vesilemdir ve yedi nesil Kasımpaşalı hariç bana lâf yetiştirenin alnını karışlarım Öte yandan, komşu mahallede oturduğumdan şimdiki Tophane’yle de bağım sürüyor. Tramvaya hep Kılıç Ali Paşa’dan bindiğimiz için, başta son “vukuat”ın gerçekleştiği Boğazkesen Caddesi olmak üzere, haftada en az bir defa tüm oraları tabanvayla katediyorum. * * * TOPHANE hem değişti, hem değişmedi. Fakat ikinci şık daha ağır basıyor. Semt İstanbul tarihinde sahip olmuş olduğu o “lumpen proleter” kimliğini koruyor. Doğru, moda çoktan geçtiği için artık ne yumurta topuk iskarpin, ne top ense tıraş var! Ama Reşat Ekrem’in ballandıra ballandıra anlattığı köşe külhanbeyleri ve dudakta cigara, evlerin önünde karanfil ayıklayan Roman kadınlarıyla eski Tophane hâlâ duruyor. Bu, şehirli bir Tophane’dir! Yukarıdaki “lumpen” sıfatını da tam hakkıyla layıktır. Yeni Tophane ise taşralı, daha doğrusu köylü bir karakter arzediyor. Son yirmi yılın iç göç olgusundan nasiplendi. Kürt veya Arap, çoğunluğu Doğu kökenli insanları sakin edindi. Ve her açıdan biliyorum, yukarıdaki ahali ciddi bir muhafazakâr kimlik de yansıtıyor. Çarşamba kadar değil ama türbanın ötesinde çarşaflı kadınlar da bolca göze çarpıyor. Kesin hüküm veremem, fakat ilk Tophane’yi çok yakından tanıdığımdan, ortak mekân paylaşmalarına rağmen bu iki toplumsal kesimin aynı hayat tarzını paylaştığını sanmıyorum. Zaten farklı kahvelerdeki farklı müşterilere bakıldığında da durum açıkça sezinleniyor. Her halükarda, yeni ve köylü sakinlerine rağmen eski ve şehirli Tophane pes etmiyor. * * * İMDİİ, tüm bunlardan yola çıkarsak, “yepyeni” ve “ultra şehirli” Tophane’ye, yani sanat galerilerine yönelen pespaye saldırı niçin ve kim tarafından gerçekleştirildi? “Eski” ve “yeni” Tophane’nin bu “yepyeni” Tophane’ye karşı kurmuş olduğu geçici bir ittifak tarafından gerçekleştirildi. Artı, tamamen “korunma refleksi”nden kaynaklandı. Diğer deyişle, şu “içki” ve “kadın” palavrası yine Tophane ağzıyla “kaşkariko”nun zirvesidir. Hop dedik muhterem madik yutmayız, biz de kaldırım üniversitesinden mezunuz! Dolayısıyla, rezil “mariz” olayının tek nedenini değişime direniş içgüdüsü oluşturdu. Namaz ve niyaza uzak bir “lumpen gelenek” o namaz ve niyazı kendine siper edindi. Mazide aynı tür mahallelerin, örneğin New York’ta Soho, Paris’te Haller, Brüksel’de Molenbeek sakinlerinin başka tür gerekçelerde yaptığı gibi, “savunma taarruzu”na (!) geçti. Yani, sanat niteliği itibariyle “öncü”yle ve “aykırı”yla özdeşleşen bir hal ve oluş tarzına; artı, onun geri planda yansıttığı refah sembolizmine şiddet içerikli bir tepki verdi. Derhal cezalandırılmalıdır ama ortada pireyi deve yapacak bir toplumsal kavga yoktur. Fakat çok hayati ve çok ciddi bir olgu vardır: Onu da, “dini muhafazakarlık”ın haydi haydi laik bir “lumpen kültür” tarafından bile saldırıya bahane gösterilmesi oluşturmaktadır. Ve, buna zemin yaratan ruhi ortamı yok ve imha etmek şimdi otoritenin acil görevidir!