PAZARTESİ saat ondörtte önemli bir randevum vardı. Kesinkes gitmem gerekiyordu.Dolayısıyla, CHP’yi aşırı sağ bir partiye dönüştürdüğü için kendisinden günahım kadar hazetmesem bile, alçak komplocuların oyununa gelmemesi için Deniz Baykal’ı istifaya etmemeye çağıran dünkü makalemi erken saatte yazdım.
Sonra da, pek hırpani vaziyette olduğumdan sakal tıraşı için önce berbere uğradım. Ve tam ustura vurulacak ki, dükkândaki televizyon “flaş” anonsuyla istifayı duyurdu. Gerisini biliyorsunuz ve hadi buyurun cenaze namazına! * * * ÖYLE, çünkü yazıya “Baykal istifa etmemeli” başlığını atmıştım. İçerikte de altı oklu parti liderinin neden şu aşamada görevden ayrılmaması gerektiği temasını işlemiştim. O halde ne yapacağım? Ya randevu iptal, yeni yazı yazacağım, ya da öyle bırakacağım İkinci şıkkı seçtim. Sadece gazeteyi arayıp “istifa etmemeli”yi “istifa etmemeliydi”ye dönüştürdüm. Altına da makalenin karardan önce kaleme alındığına dair not eklettirdim. Zira değişen duruma rağmen muhteviyattaki her şey geçerliliğini aynen koruyordu. Üstelik gerek Deniz Baykal’ın açıklama sırasında dile getirdiği asılsız suçlamalar, gerekse de ağlamalı zırlamalı militan görüntüler, demagog şahsiyetine ve şeyh - mürit ilişkisi üzerine kurulu yönetim tarzına dair tahlillerimin doğruluğunu tekrardan ispatlıyordu. * * * ÖNCE şundan ki, Baykal alçak komplonun iktidar tarafından düzenlendiğini ima etti. Peki de, bu sonsuz vahim ithamı doğrulayacak mini minnacık bir delile sahip midir? Tabii ki hayır! Aksine, gerek “siyasi mahfiller”de, gerek “kulağı delik” çevrelerde, gerekse de kamuoyunda yaygın kanaat kumpasın CHP çevresinde düzenlendiği yönündedir. Zaten de Allah’ı var, Deniz Baykal’ın mesnetsiz suçlamaları karşısında onun oyununa gelen Başbakan önceki gün “kaset” sözünü kullanana dek, hükümet konuya asla değinmedi. Üstelik AK Parti Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, internetten önce aynı Başbakan’ın olaydan haberdar olduğunu, fakat lâfının dahi edilmesini kesinlikle yasakladığını açıkladı. O halde, yine bir “Baykal klasiği”yle karşı karşıya olduğumuz gün gibi aşikârdır. Altı oklu kurumun eski lideri bir taşla iki kuş vurmak ve hem kendisine “mağdur”(!) ve “mazlum”(!) süsü vermek, hem de AK Parti’yi töhmet altında bırakmak istemektedir. Pekii, bunun gerisinde bir müddet sonra tekrar başkanlığa gelmek hesabı var mıdır? * * * BİLMİYORUZ! Artı, en yakın kurmayları dâhil, kafasındaki yedi tilkiyi kuyruklarını birbirlerine değdirmeden dolaştıran Baykal dışında da kimsenin bildiğini sanmıyorum. Fakat şüphesiz, iç bünyede kurmuş olduğu pederşahi sultadan ve yukarıda belirttiğim gibi şeyh – mürit ilişkisi üzerine inşa ettiği organizmadan dolayı, bugünkü “Baykal’sız CHP” de aslında tamamen yine “Baykal’lı CHP”dir. “Başkanın adamları” hâlâ her şeye kadirdir. Nitekim iki gözü iki çeşme ağlamalar; “kurultay isterse reddemez” türü beyanlar; “ağam geri dön” diye başlatılan grevler falan, bu “geri dönüş”ün zemini baştan mevcuttur. Tamam ama, Anglo-Sakson deyimiyle böylesine bir “come back”, yani böylesine bir “aslına rücu” Türkiye’nin genel siyasi dinamiklerinden dolayı o kadar da kolay değildir. Velev ki Deniz Baykal’ın kafasında sekizinci bir tilki daha dolaşıyor olsun, Anayasa referandumu, belki Anayasa Mahkemesi, seçim atmosferi derken, aynı tilkinin kuyruğu ister istemez olayların irade ötesi gidişatına göre sallanacaktır. Her halükarda da benim şahsi temennim, alçak komploya karşı kesinkes sahiplendiğim fakat partisini faşizan bir söylemle donattığı için asla hazetmediğim Baykal’ın yerine CHP’nin, onun ideoloji ve metoduyla köprüleri atabilecek yeni bir yönetim kavuşmasıdır. Hayat ve Türkiye değiştiği içindir ki altı okun ve sekiz tilkinin devri çoktan bitmiştir!