Basket, işkembe ve porselen

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Fransa'nın Limousin bölgesine düşen ünlü Limoges kenti, kasaba azmanıdır.

Üzerine hardal, sirke, tereyağı ve tarhun otuyla halledilmiş sos sürüldüğü takdirde taamı pek enfes olan ve ‘andouillette’ denilen sakatat sucuğunu hariç tutarsak, mekanın esas olarak vitrayları ve porselenleri çok meşhurdur.

Bilhassa bu ikincisiyle, başta Versailles Sarayı'nın kraliyet masası olmak üzere hemen tüm Avrupa aristokrasisi kendisine ‘sinye’ sofra takımı düzmüştür.

Ancak, şehrin hazmı biraz güç işkembe ızgarası ve Karun mülkü çanak çömlek züccaciyesinden oluşan şöhretine son yıllarda bir üçüncüsü daha eklendi.

Anlı şanlı basket takımı...

* * *

Efendim benim sporla hiç alakam yok ama, basket deyince akan sular durur.

Zahir yirmi yaşına kadar kendim de potaya zıplamış olduğumdan ve şehirli cevvaliyetimi yalnız bu dalda yakaladığımdan, sepet oyununun deli divanesiyim.

Ağzımdan yel alsın, eğer bir gün sekte-i kalpten gidersem bunun salonda veya ekranda maç seyrederken gerçekleşeceğini tahmin ediyorum.

Üstelik, ben koyu bir Efes Pilsen taraftarıyım.

Nasıl olmayayım ki? Söz konusu spor bu ekip sayesinde profesyonelleşti.

Basket kitlelere mal oldu. Diğer kulüpler onu izleyerek buralara geldi.

Modern zıpkınların ülkeye damga vurmasında Efes sosyolojik bir rol oynadı.

Kaldı ki, Aydın Örs bir büyük hoca... Avrupa çapında sayılı otorite...

Üstüne üstlük, müdür Pano Natof Saint Joseph Lisesi'nden ağabeyim. Ben henüz kopilken onun bizim okulu hep şampiyon yapan şutları hala hatırımda.

Lami cimi yok, ben Efes Pilsen taraftarıyım.

* * *

Neyse, perşembe akşamı geldi. Gece Limoges'la çok önemli maçımız var.

Zaten Olympiakos'a geçen hafta yenilmişiz kahroluyorum, Avrupa Liginde ipi göğüslememiz için bu defa Fransızlara karşı başarı kazanmamız şart. Elzem.

Televizyon karşılaşmayı naklen verecek. Fakat işin kötüsü, tam o saatlerde de benim bir lokantadaki yarı resmi yemeğe icabet etmem gerekiyor.

Sırf başlangıcı seyredeyim dedim ve müthiş heyecanla aparatı açtım.

Heyt, fırtına gibi esiyoruz. Naumoski biraz tutuk ama Mirsad - Howard - Sellers üçlüsü ezip geçiyor. Ufuk'un pası harika. Murat'ın ‘dribbling’ine bak.

On birinci dakika ve biz farkı on dört sayıya çıkarttık. Limoges ‘coach’u Gomez mola aldı ve başta pek umut bağladığı Smith, takıma fena fırça atıyor.

Bağırsa ne yazar bağırmasa ne yazar, ilk devreyi 33 - 25 önde kapatıyoruz.

* * *

Devre bitti ki yemeği hatırladım. Lanet savurarak acilen lokantaya vardım.

Sonra, aleni yerlerde cep telefonunu kullanmaktan nefret etmeme rağmen, sağ olsunlar gazete spor servisinin başının etini yedim. Maçı masadan izledim.

Gerisi malum. Biz, o şan şöhret sahibi Limoges takımını kendi sahasında ve 77 - 62 gibi açık bir farkla devirdik. Baskette yeni bir sayfa daha açtık.

Bir tek şeye üzülüyorum: Önümdeki tabağın Limoges porseleninden olmadığına ve içinde ‘‘andouillette’’ işkembesi bulunmadığına...

Doğrusu, Efes Pilsen'in zaferinden sonra sakatat ızgarasını kemal-i afiyetle yiyebilir ve kraliyet züccaciyesini büyük maharetle kullanabilirdim.

Ama inşallah, haftaya Real Madrid'le yapacağımız maç ertesinde çerezi İspanyol ‘tapas’ıyla atıştıracağız. Şerefe de Aragonya şarabı tokuşturacağız.

Çünkü biz cevval ve şehirli ‘Avro - Türkleriz’.

Topu basket potasına zıpkınlarız ve evrenseli hayat gustosunda yakalarız.

Yazarın Tüm Yazıları