EH hadi hayırlısı, AB’nin nihayet yeni bir anayasası oldu. Daha doğrusu, taslağı oldu.
Taslağı diyorum, çünkü yirmi yedi liderin perşembe günü Lizbon’da álá ve váláyla imzadıkları metnin resmileşmesi için, bunun tüm üyeler tarafından onaylanması gerekiyor.
Oysa malûm, bir önceki tasarı Fransa ve Hollanda referandumlarıyla reddedilmişti. Dolayısıyla da, uzun pazarlıklar ertesinde bu ikincisini hazırlamak zorunluluğu doğdu.
* * *
FAKAT doğru, sütten ağzı yanan AB devletleri bu kez yoğurdu üfleyerek yediler.
Yani, işi en baştan ve mümkün mertebe sağlam kazığa bağlamak istediler.
Çünkü, İrlanda dışındaki diğer bütün üyeler "Lizbon Metni"nin halkoylamasına sunulmayacağına ve parlamento onayıyla yetinileceğine dair söz verdiler.
Tabii burada, kendi halkından korkan bir Topluluk’un, ısrarla iddia ettiği gibi, o "yurttaşlar Avrupası"nı nasıl yaratacağı sorulabilir ama, şimdilik buna girmiyorum.
Zaten, yukarıdaki tehlikeyi gayet iyi bilen Brüksel Komisyonu Başkanı Mario Barroso da Portekiz başkentindeki tören sırasında yaptığı konuşmada hükümet liderlerini yalvara yakara, "AB’yi kamuoyunaanlatmak için seferberliğe" çağırdı.
Gerçekleşeceğini varsayalım ve her halükárda da umalım ki, demokratik rejimlerde "yurtaş temsilcisi" olan o parlemantolar inşallah yeni bir aksilik çıkartmazlar.
Dolayısıyla da, kısmi lûgat değişikliği hariç aslında öz itibariyle hemen hemen birincisinin aynısı olan yeni "Anayasa" kazasız belásız yürürlüğe girmiş olur.
İçeriğinde ne var mı diye soruyorsunuz?
* * *
DOBRA dobracevap vereceğim, size ancak özetin özetini aktarabilirim.
Çünkü, velev ki şu kadar yıldır bilûmum AB meselelerinde şakak ağırtmış olayım, brüt metin okunduğu takdirde, benim gibi sıradan fánilerin işin içinden çıkması imkánsız!
Álláme-i cihan olmak yetmez. Anlamak için üstüne bir de, "uluslararası yüksek hukuk profesörü" sıfatına "ultra ordinaryüs" falan gibi bir payeyi daha eklemek gerekir.
Dolayısıyla, sadecene şu ana başlıklarla yetineceğim:
Kararlar "oybirliği" yerine, 2017 yılından itibaren geçerli olmak üzere, "çifte çoğunluk" denilen bir sistemle alınacak. 2014’de de, Brüksel Komisyonu’ndaki sorumlusayısı azaltılırken Avrupa Parlamentosu’nun yetki alanı genişletilecek.
2009’dan itibaren ise hem AB Konseyi dış politikayı yöneten bir "süper komiser" etrafında toplanacak, hem de altı aylık ülke başkanlık dönemleri iki buçuk yıla çıkartılacak.
Londra ve Varşova’nın muaf tutulduğu yükümlülükler veya Avrupa Parlamentosu’nun hükümetlerle yapacağı kurumsal danışmalar gibi çok vıdıvıdlı konuları geçiyorum.
Meraklısı ve bilhassa anlayanı varsa, üşenmesin ve yeni Anayasa’yı paşa paşa okusun.
* * *
İMDİİ, bütün bunlar iki temel olguyu ortaya koyuyor:
Bir; evet, tüm "yol kazaları"na rağmen "Avrupa dinamik"i hálá mevcuttur.
Lizbon’da imzalanan yeni Anayasa taslağı "sokaktaki yurttaş" için ne denli çetrefil ve anlaşılmaz olursa olsun, son tahlilde AB’yi güçlendirmek yönünde bir atılımdır.
Ancak iki; gerek o "dinamik", gerekse o "atılım" özünde biçimsel kalmaktadır.
AB’nin bir "arayış" ve bir "muallaklık" içinde bulunduğu kesin vakıadır .
Ama yukarıdaki olgu Türkiye’nin hedef değiştirmesi için asla gerekçe yaratmamaktır.
Çünkü, Türkiye için yegáne önemli nokta "hedefe varış süreci"nin tá kendisidir.
O hedef tahtası sallandı veya sallanmadı, hiç farketmez. Okumuz yaydan çıkmıştır.
Bizi ilgilendiren tek şey, nişan alıp zaten çektiğimiz o okun menzil mesafesidir.
Evet evet, bizim Avrupa dinamiğimiz özünde, yalnız bir "aero-dinamik" kuraldır!