Paylaş
DURUM şu ki, Türkiye’nin hanidir yaşadığı ve de geri dönüşü artık asla mümkün olmayan değişim sürecinde herkes aynı süratle ilerlemiyor. Motor ortak vites kullanmıyor.
Kademeli olarak, bir bölüm kitleler, kurumlar ve şahıslar cimnastik adımıyla yürüyor.
İstim arkadan gelsin hesabı da diğer bir bölüm kaplumbağa hızıyla ayak sürüyor.
Hatta aslında dinamiği önlemek için her çareyi deneyenler devinimin kaçınılmazlığını nihayet anladıklarında, metozori itekleme sonucunda ve kerhen kıpırdıyorlar.
Ve, “yasalcı” bir asker olduğuna inandığım Orgeneral Başbuğ, belki şahıs olarak değil ama, onun ağzından ifade ettiği görüşlerle TSK kurum olarak bu son kesim içinde yer alıyor.
Dolayısıyla, şimdi bunun açıklamasını Komutan’ın demecinden yola çıkarak yapalım.
* * *
DİKKAT
BİR
Ama heyhat, bu, gönüllü biçimde gerçekleşmedi. Şartların zorlamasından kaynaklandı.
Çocuk değiliz ve hepimiz farkındayız, “Ergenekon”lar, “Kafes”ler, “Balyoz”lar ortaya çıkmasaydı, kellim kellim layen fa, TSK bildiğini okumaya devam edecekti.
Özeleştiri ne kelime, tekrardan yumruk vuracaktı ve tekrardan gürleyecekti.
* * *
İKİ
EVET değişmiyor ve nitekim onun içindir ki üç; Başbuğ kendisine yöneltilen iki “hayati soruda” da ketum kalmakla, zaten ancak ve ancak şartların dayatmasıyla gerçekleşen izafii değişime rağmen TSK’daki “duraklatma refleksi”nin devam ettiğini ortaya koyuyor.
Türk Ordusu’nun hem evrensel demokrasilerdeki genel işleyişe mesafeli durduğunun, hem de yapısal ve kurumsal bir dönüşüme ayak sürüdüğünün “sessiz sinyalini” veriyor.
Başka bir deyişle, toplumsal devinimin süratine ayak uyduramayan bir portre çiziyor.
Oysa hayat ve Türkiye sonsuz hızlı bir değişim dinamiğinin motorunda dönüyor ki, teknolojik açıdan zaten jet türbiniyle donanmış TSK ideolojik açıdan süvari hızıyla yetinemez.
Paylaş