"PASİFİZM", yani "şiddete mutlak karşıtlık" modern anlamda bir ideoloji değildir. Zaten de ruhi kökeni Musevi-İsevi iman kültürüne uzanır. İslam’a hayli yabancıdır.
İncil’in "sağ yanağına tokat inerse, solunu da dön" metaforunda hayat bulur. Nitekim "pasifist" yelpaze, söz konusu modern ideolojilerin oluştuğu 19. Yüzyılda,onlarınhem "sol" ve "sağ"; hem de "dindar" ve "laik" varyantlarıyla birliktelik içermiştir.
Kara Katolik papazlarla kızıl sosyalist sendikacıları buluşturan ortak arena sayısızdır. Fakat, "kesinkes barışçılık"ın Batı’da zirveye ulaştığı dönem 1. Harp ertesine rastlar. "Sanayileşmiş savaş"ı insanlık tarihine sokan bu korkunç arbede tüm tarafları dehşete düşürdüğünden, 1914-1918 kıyamı "sonuncular sonuncusu" diye adlandılmak istenmiştir
* * *
"İSTENMİŞTİR" dedim, çünkü malûm, tanımlama ancak bir temenni olarak kaldı. Asla ve asla gerçekle bağdaşmadı.
Aksine, 1. Harp "sonuncular sonuncusu" değil, "başlangıçlar başlangıcı" oldu. Ve en beteri de, Batı "pasifizm"i o birinciyi dahi mumla aratan 2. Savaş’a çanak tuttu. İlkinin zemzem suyuyla yıkanmış kalacağı yeni kıyama "buyrun" dedi.
Japon militarizmi Çin’i; İtalyan faşizmi Habeşistan’ı; Alman Nazizmi de Avusturya’yı henüz yutarken,eğer demokrasiler popo kımıldatıp "barış süngünün ucundadır" demek cesaret ve dirayetini gösterebilselerdi, çok muhtemelen çağdaş tarih başka bir seyir izleyecekti.
* * *
"DE-MOK-RA-Sİ! İşte, hem sihirli, hem de zaaflı kelime burada yatıyor. Zira, "pasifizm" mutlaka "demokratizm"le bütünleşir. Çoğulculuklarla özdeşleşir. Ancak oralarda özgür olabileceği içindir ki, yine ancak oralarda taraftar toplayabilir. Çünkü, zaten din kültüründen inen "kesin şiddet karşıtlığı" özünde bir ahláki ögedir.
Oysa, "sağ" veya "sol" hiçbir totalitarizm bu tür "ahlákiyat"a prim vermez. Tınmaz. Mümkün mü, ceberrut rejimlerde "pasifizm"in "p"si dahi telaffuz edilemez.
Nitekim, Batı kamuoyları 1918-1939 döneminde "yeni savaşa asla" diye kendilerini kandıra dursun, Mussolini’si, Hitler’i, Stalin’i hiç gaflete düşmediler. Şakaya gelmediler.
Bıyık altından güldüler ve el altından da, beşinci kollar vasıtasıyla o demokrasilerdeki "barışperestler"i manipüle ettiler. Káh parayla beslediler, káh mürekkeple boyadılar. Dolayısıyla, demokrasilerin 1940 bozgunu aslında "pasifizm"in bozgununu oluşturur.
* * *
ARTI, aynı senaryo "Soğuk Savaş" nihayetlerine doğru da tekrarlanmak istendi. SSCB kapı gibi nükleer füzelerini yerleştirip Avrupa sahasında taktik üstünlük elde etmişken, kendilerine "güvercin" diyen fakat aslında tabii ki "kuş" olan "pasifistler", NATO’nun da misilleme silahları konuşlandırmasın önlemek için yeri göğü inlettiler.
Oysa, kamuoyunda fışfıklanan yaygaracılığa rağmen Batı bu defa sağlam durdu. İttifak başkentleri kararlılıktan caymayınca Moskova metazori müzakere masasına oturmak zorunda kaldı ki, sonunda her iki tarafın orta menzilli füzeleri "piyasadan çekildi". Barış láfazan "barışperestlik"le değil, iradi bir "barış azmi"yle süreklilik kazandı.
* * *
YUKARIDAKİ tabloyu, şükür ki demokrasiolduğu için ülkemizde de özgürce ifade edilen; ama Lübnan patırtısında yaşandığı gibi, o demokrasilerin zaafından ötürü demagoji ve manipülasyona çok açık olan "pasifizm"in Türkiye’deki "yükseliş’inden dolayı sergiledim.
Ve, bu "barışperestlik" de "kof"tur! Bu "sulhperestlik" de "kuş"tur!
Hiçbir şekilde de ülke, Ortadoğu ve dünya barışına hizmet etmemektedir.
Üstüne üstlüke, zaten ait olmadığımız bir din kültürünün "ahlákiyat"ı bile yoktur. Gerekçelerini ve açıklamalarıını salı günkü yazıma bırakıyorum.