Paylaş
Nitekim son bir buçuk - iki yılın gazete arşivlerine şöyle alıcı gözüyle bakın!
Şunu göreceksiniz: Kim ki çok genel anlamda demokrasi ve sivillik eksenine yakın duruyor, onlar daha Tunus bahçelerinden itibaren ilk gazap çiçeklerini nefes nefes kokladılar.
Yani birazdan tüm Mağrip ve Maşrık’ı saracak olan isyanları manen desteklediler.
Oysa henüz yeni başlamış bilek güreşlerini kimin kazanacağı bilinmiyordu.
Hatta polis devleti lökleşmiş iktidarların galebe çalması ihtimali daha ağır basıyordu.
Fakat bu çok ciddi yenilgi rizikosuna rağmen Türkiye’deki demokrasi ve sivillik yandaşları hiç kem küm etmeden Arabî devrimlerle dayanışma sergilediler.
Despotlara, diktatörlere, oligarşilere, zalimlere karşı derhal ve tavizsiz tavır almak etik tutum olarak bellediler ki tersi bir yaklaşım veya suskunluk ahlâki değerlere ihanet olurdu.
Ama bir de aynı gazete koleksiyonlarında şunu da göreceksiniz:
SOLCU-ulusalcısından neo-nazi – Maocusuna kim ki yukarıdaki demokrasi ve sivillik ekseninden nefret etmektedir; kim ki ülkemizdeki müteveffa statükoyu hâlâ geri getirmeye heveslenmektedir; kim ki hayatın ve dünyanın özgürlükçü gidişatına direnmektedir, işte onlar birincilerin tam tersine ve yine Tunus’tan itibaren Arap Baharı’na nefret kustular.
Eveleme develeme yaparak ve kadı kızında kusur arayarak kâh devrimin kendi istedikleri türden “devrim” (!) olmadığını söylediler; kâh “emperyalizmin körüklediğini” (!) iddia ettiler; kâh da “sonra İslamcılar gelir” öcüsüyle korkutmaya çalıştılar.
Bu hezeyan Suriye konusunda ise artık insanlık dışı bir cinnete vardı.
Söz konusu kesim şu an hem hiç utanmadan Esad ve avenesinin gerçekleştirdiği dehşet katliamı “ABD uydurması” (!) diye gizlemeye yelteniyor, hem de Şam’a karşı askeri müdahale falan planlamayan hükümeti yine “ABD jandarmalığı yapmakla” itham ediyor.
Yalandan kim ölmüş, bizimkiler atmasyonun dahi en sunturlusundan medet umuyor.
Eh Halep ordaysa arşiv burada ya, şimdi bir de yirmi küsur yıl önceki gazeteleri açın.
BERLİN Duvarı’nın çatırdamaya başladığı 1989 baharından Sovyetler Birliği’nin vefat ettiği 1992 kışına kadar olan diğer devrimci ve diğer hayati süreci kastediyorum.
Yukarıdaki saflaşma ta yirmiüç sene önce de tıpı tıpına bugünküne benziyordu!
Şu farkla ki, komünist totalitarizme karşı başlatılan isyanı yine ilk andan itibaren sahiplenen demokrasi ve sivillik yandaşları o vakit Türkiye’sinde çok cılız kalıyordu.
Çünkü astığı astık ve kestiği kestik eski statüko tüm ceberutluğuyla sesi kısıveriyordu.
Lâkin zahiri cüssesine rağmen ayaklarının alçıdan olduğunu bilecek kadar kafası çalıştığı içindir ki insiyaki bir reflekse kendi paradigmasının da yıkılacağı paniğine kapıldı.
Diplomatı “bloklar ortadan kalkarsa Ankara’nın önemi azalır” diye kıvrandı.
Münevveri de “sosyalizm tarihin doğal akışıdır” herzesini yumurtladı.
ZATEN aynı statükonun gayr-ı resmi cihetinde yer alan ve yine “solcu” (!) etiketiyle piyasada dolanan kesim yine aynı vaveylayı kopartmıştı. Yine aynı gayr-ı insaniliğe sarılmıştı
Tıpkı bugün Beşar Esad ve Baas rejimi için yaptığı gibi o zaman da örneğin Romanya voyvodası Nikolay Çavuşesku ve kızıl diktatoryası için seferber olmuştu.
O zaman da mazluma karşı zalimi; o zaman da halka karşı despotu; o zaman da hayatın ve dünyanın genel siyasi gidişatına karşı durağanlığı ve gerilemeyi sahiplenmişti
Hasıl-ı kelâm Doğu Avrupa Baharı bizim ülkemizde tıpkı şimdiki Arap Baharı’nda olduğu gibi yine demokrasi, yine sivillik ve yine özgürlük ekseninde saflaşmaya yaratmıştı.
Siz yine gazete arşivlerine bakın ve yirmiüç yıldır açmış baharları şöyle bir sayıverin!
Paylaş