Asil ve yüce mi?

LÜBNAN’a asker gönderilmesine karşı çıkmak "pasifizm" olabilir miydi?

Hayır ve asla!

Üstelik, buradaki kelimeyi sırf lügat anlamında kullandım.

Yani, sözcüğü sadece "şiddet karşıtlığı" gibi bir "ahláki" boyutla sınırlıyorum.

Cumartesi günkü yazımda belirttiğim "barışperestlik" mecázıyla teçhiz etmiyorum.

Ve işte, TSK’nın BM Gücü’ne personel sağlamasını reddetmek böylesine "asil" (!); böylesine "temiz" (!); böylesine "yüce" (!) bir "ahlákiyat"la da uyuşmuyordu ve uyuşamaz.

* * *

EVET öyle ve bunu saptamak için "anti" yelpazeye şöyle bir bakmak yetiyor.

Zira, nahif "kuş" kategorisine girse bile yine de "ahláki" sayılabilecek çok marjinal bir kesim hariç, bizim "hayırcı"ların ezici kitlesi özünde "barış"ı zerre kadar umursamıyor.

BM yerleştiği takdirde hem İsrail’in, hem Hizbullah’ın saldırganlığı dizginlenebilir; dolayısıyla da daha az insan ölür ve daha az acı çekilirmiş, bunları düşünen beri gelsin!

Zaten tam tersine, asker gönderilmesine karşı çıkan ciddi bir bölüm aslında kendi kafasındaki "s-a-v-a-ş"ı istediği ve arzuladığı içindir ki, "niet" yaygaracılığına girişti.

* * *

ÖYLE ve de insaf, Davudi yıldızlı orduyu zora soktu diye Lübnan’daki "Allah’ın partisi"ni göklere çıkartanlar; netámeli iki devlet, İran ve Suriye’ye methiye düzenler; gazete sütunlarına "bir Katyuşa füzesi de benden" başlıkları atanlar mı "pasifist" oluyor?

"Anti-emperyalist cihad" nağmeleri döktüren bu "İslamcı ulusalcılar" ne zamandan beri "sulh melaikesi" (!) kesildiler?

Ve tekrar insaf, onların ikiz kardeşi "laikçi ulusalcılar" yine "anti-emperyalizm" adına kasap Miloseviç’e veya katil Saddam’a tapınırken, şimdi "barış"ı mı keşfettiler?

Nihayet, tabii yine insaf, kaldırım taşı sökerek ve vitrin parçalayarak Ankara’nın altını üstüne getiren "ideolojik haytalar" mı artık "şiddet karşıtı" (!) kategoride yer alıyorlar?

Hayır hayır, dediğim gibi, bunlar tabii ki "kendi savaşları"nın peşinde koşuyorlar.

Eğer Türkiye’nin asker vermesine karşı tatava koparttılarsa da bunu "asil" (!), "yüce" (!) ve "temiz" (!) "ahlaki duygular"dan dolayı falan değil; böyle bir gelişmenin o hayal ettikleri "savaş"a daha da büyük sekte vuracağını bildiklerinden yaptılar.

* * *

TBMM’deki muhalefet partisi CHP’nin "anticilik"i ise aynı kategoriye girmiyor

Burada yukarıdaki türden bir şarlatanlık değil demagoji ve ufuksuzluk hüküm sürüyor.

Demagoji, "Güneydoğu’da PKK belásıyla uğraşırken Lübnan’a asker göndermek de neyin nesi" demek argümanında odaklanıyor ki, yine el insaf!

Yarıya yakını denizde olmak üzere bölgeye gidecek personelinin sayısı ve uzmanlığı ortadayken, bunun PKK’ya karşı "açık" yaratacağını söylemek, en azından askeri cehalettir.

Şükür, TSK ne Lüksemburg, ne Uganda ordusudur ve Lübnan’da konuşlandırılacak kuvvet "diş kovuğuna kaçmayacak" ölçüde cûzi bir nicelik taşımaktadır.

* * *

ÖTE yandan, herkes gibi ve haklı olarak, fi tarihinde BM’nin Yugoslavya’ya erken müdahale etmemesini eleştiren ve de üstelik, "sosyal demokrat" geçinerek evrensel değerleri sahiplendiğini söyleyen bir CHP, iş elini taşın altına sokmaya gelince nasıl yan çizebilir?

Türkiye’nin uluslararası sorumluluğu o evrensel değerler açısından es geçilebilir mi?

Kaldı ki, AB’nin Barış Gücü’ne iradi öncü olduğu; bununla eklemleşmenin ise Ankara’ya hem jeo-stratejide, hem de üyelik sürecinde ağırlık sağlayabileceği göz çıkartmıyor mu?

Ve işte tüm bunlardan dolayı Lübnan’a ilişkin patırtı ne "pasifizm"le; ne de "asil", "yüce" ve "temiz" bir "ahlákiyat"la bağdaşıyordu ki, eh, zaten artık geçmişler ola!
Yazarın Tüm Yazıları