Arjantin mi? Kendi düşen ağlamaz

‘BENİM için ağlama Arjantin’! Hatırlayacaksınız, Madonna, Evita Peron rolünü oynadığı ve gişe rekorları kıran müzikal filmde bu şarkıyı sölüyordu.

İlahi Madonna! Evita uğruna timsah göz yaşı bile dökmem.

Laf aramızda, Arjantin için de hıçkırıklara boğulmam söz konusu değil.

Ülke iflas etmişmiş, ‘açlar’ (!) mağaza yağmalamışmış, hükümet borç ödemeyi durdurmuşmuş, bir nebze umursuyorsam namerdim. Kendi düşen ağlamaz!

Kusura bakma taş kalpliyim, sulu gözlülük edip mendil ütümü bozamam.

O kadar ve sadede gelelim.

* * *

EFENDİM, bu Arjantinliler ta ilk atalarını Güney Amerika'ya götüren kalyonlar Rio Del Plata'ya demir attığından beri pek bir ‘küçük dünyaları ben yarattım’ havasına girdiklerinden, Avrupalılar onları tanımlarken, ‘İspanyolca konuşan ve kendilerini İngiliz sanan İtalyanlar’ deyimini kullanır.

Buna ben de hemen bir şey ekleyeyim: ‘Arjantinliler, ‘İspanyolca konuşan, kendilerini İngiliz, yaşadıkları ülkeyi ise İsveç sanan İtalyanlardır.'

Evet, çünkü bunlar pampa ovasını İskandinav fiyörtüyle de karıştırırlar!

Her şeye burnunu sokan ‘inayetli devlet' ücretli yevmiyesini, hastalık sigortasını, köylü kredisini, işsizlik parasını daima bol keseden dağıtarak ahaliyi öyle bir şımartmıştır ki, oh keka, Buenos Aires kerhanelerindeki tango acılarını fantazi sayın, millet hep bir eli yağda, bir eli balda yaşamıştır.

İtiraz etmiyorum! Eğer varsa, neden olmasın?

Ve gerçekten de, işte Allah vermiş, mümbit ovada uçsuz bucaksız buğday tarlası ve yeşil pampada göz alabildiğine sığır sürüsü, 2. Dünya Savaşı'na dek dünyanın 6. ekonomik gücü olan Arjantin böyle bir lüksü kaldırabiliyordu.

Peki sonra? Sonrası yok! Yok, zira Arjantin, geç meç de olsa sanayi ve teknoloji dönüşümünü başaramadı. Bir tarım ve bir rant toplumu olarak kaldı.

Zaten bakın karpostala, devasa gökdelenlerin altında dolaşan yerli yapım otobüsler kamyon kasası üzerine oturtulmuş derme çatma hurdalardır ki, bizim kırk yıl önceki Bursa yapımı vasıtalar bile onların yanında pulman durur.

* * *

AMA, kolay zenginliğe alışmış ya, ülke aynı minvalde yaşamayı sürdürdü.

Juan Peron adındaki yarı faşist, yarı korporatist, yarı popülist demagog, sırtı sendikalara ve kıçı küçük burjuvalara dayalı, ‘adiliyetçilik' palavrası altında, artık maddeten olmayanı ve olamayacak olanı dağıtmaya devam etti.

Sonra, darbe, karşı darbe, demokrasi falan filan ama, öz itibariyle Arjantin'de hiçbir şey değişmedi. Her şey eski hamam, eski tas sürüp gitti.

Oligarşisi vergi vermez, burjuvazisi yatırım yapmaz, işçisi ücret kısmaz, politikacısı rüşvetsiz tınmaz, eh n'olacak? Gelsin IMF'den para, G7'den okey, Dünya Bankası'ndan kredi, ‘inayetli devlet' yine ha bre bol keseden saçıyor.

Yahu senor, tamam borç yiğidin kamçısı ama değirmenin suyu çoktan kesildi.

Sen dişe dokunur bir halt üretmiyorsun ve de üstelik pesonu dolara eş kılmışsın, ihracat yapamıyorsun. O devasa borcun altından nasıl kalkarsın?

‘Açlık yağması' (!) cazgırlığından sonra geçen hafta hükümet istifa edince de işte Rodriguez Saa diye yine bir ‘adiliyetçi' çıktı ve hem borçların ödenmeyeceğini, hem de bir milyon işsize derhal istihdam yaratacağını duyurdu.

* * *

ATMA birader, kendini Noel Baba mı sandın? Mucizeyle mi kandırıyorsun?

Ama heyhat, böyle irrasyonel bir vaade, böyle ‘homo economicus' zıddı bir mantığa rağmen Arjantinliler bu ‘yeni Peroncu'yu şimdi dehşet alkışlıyorlar.

Eskisi gibi, ekmek elden su gölden yaşayabileceklerine inanmak istiyorlar.

Kusura bakma sevgili Madonna'cığım, kendi düşen ağlamaz ve ben Arjantinliler için göz yaşı dökerek kıymetli mendilimin ütüsünü bozamam!
Yazarın Tüm Yazıları