Paylaş
Velev ki Schröder'in ortağı Cermen çevreciler gibi tabanda fevri, zirvede yamalı bohça bir parti olsun, demokratik sistemlerde yirmi bir sandalyelik bir parlementer çoğunluk sağlam addedilir. Dolayısıyla, yeni Alman koalisyonunun ‘pembe-yeşil’ renkleri yansıtacağına artık kesin gözüyle bakılabilir.
Peki bu durumda ‘Berlin Cumhuriyeti’nin dış politikası nasıl şekillenecek ve söz konusu politika Ankara'yla olan ilişkilere nasıl yansıyacaktır ?
Varsayımlı tahlillere dayanarak her iki soruyu da cevaplamaya çalışalım.
* * *
SEÇİM kampanyası sırasında ‘önce Almanya’ sloganına daha yakın bir tutum alan ve AB'ye mesafeli bir Tony Blair'i kendisine örnek bellediğini söyleyen Gerhard Schröder ilk bakışta Helmut Kohl'den daha çok ‘millici’ gözükmektedir.
Ancak oy avcılığı kokan bu belagati izafileştirmek gerekir. Berlin tek para birimi ‘avro’yla birlikte dönülmez virajını aşmıştır. Rota kalıcıdır.
Federal bünyedeki reformlar için bile AB'yle eşgüdüm zorunluluğu vardır.
Üstelik, ‘patronların yoldaşı’ lakaplı Schröder'in iş alemiyle içli dışlı olması, O'nun, son tahlilde yine ‘patronların Avrupa’sı' kimliği ağır basan Brüksel'e rest çekmesini engelleyecek diğer önemli bir faktördür.
Ama yeni hükümetin Kohl'den daha yavaş bir bütünleşme sürecini benimsemesi ve şimdiye kadar motor rol oynayan Bonn-Paris eksenini Londra'ya kaydırması mümkündür. Gerhard Schröder Fransa'yı geriye itip Ortak Pazar'daki etkisi sınırlı İngiltere'yle flörte girerse bundan tüm AB dinamiği zarar görecektir.
Öte yandan, SPD önderinin, Topluluk'un Doğu ülkeleriyle genişlemesi için ağırlık koymuş Kohl'ün tersine bu genişlemeyi alargadan alması da mümkündür. Böyle bir gelişme mevcut konjonktürde diğer üyeleri çok rahatsız etmeyecektir.
Her halükarda, Almanya'nın dış politikasında nüanslar değişse bile büyük ihtimalle doğrultu aynı kalacak ve gözler esas olarak da AB'de odaklaşacaktır.
* * *
TÜRKİYE açısından ise Kohl'ün hükümeti terketmesi olumlu bir gelişmedir.
Eski Federal şansölyenin ‘Hıristiyan uygarlık’ tanımından Yılmaz'la yine bu şansölyeyle arasındaki söz düellosuna kadar ve özellikle AB bab'ında, Ankara'yla sabık CDU liderinin derin bir anlaşmazlık içine düşmüş olduğu kesindir.
Dolayısıyla, Schröder iktidarı en azından ruhi handikapı törpüleyecek ve tam bakir olmasa da tarafların diyaloğunda daha az lekeli bir sayfa açacaktır.
Ancak ilişkilerin radikal dönüşümünü beklemek hayalciliktir. Almanya'nın tornistan ederek Türkiye'nin AB üyeliğine yeşil ışık yakması düşünülemez.
Ama, yukarıda belirttiğim gibi Berlin'in ‘Doğu genişlemesi’ni yavaşlatması durumunda bu dolaylı yönden bize de yarayacaktır. Kendisi dahil olmadığından, periferide en az yoğunluk öngeren Avrupa projeleri Ankara için daima ehvendir.
Diğer taraftan, yeni koalisyonun Cermen ‘kan hukuku’ ilkesini değiştirerek anayasal yurttaşlık kavramını benimseyeceği anlaşılmıştır. Böylelikle Almanya'da yaşayan Türkiye kökenliler Federal vatandaşlığı nispeten kolay edinebilecek, bu gelişme de başka duygusal bir handikapın asgariye inmesini sağlayacaktır.
Kürt ve insan hakları sorunlarına ilişkin hassasiyetten ötürü Yeşiller'in kabineye girmesi ise ilk bakışta dezavantaj gibi görünmektedir. Oysa bunu da izafileştirmek gerekir. Bilhassa, gerçekçi ekolojist önder Joschka Fischer'in dışişleri bakanı olmasının Ankara için avantaja dönüşmesi ihtimali de vardır.
Kesindir ki, partisindeki pasifist ahmaklara rağmen Bosna'ya müdahaleyi savunan ve ‘Hıristiyan Avrupa’yı reddeden Fischer, Federal diplomasinin başına geçtiği takdirde Türkiye siyasetini de ‘realpolitik’ temelde düşünecektir.
Her halükarda, Schröder başbakanlığındaki pembe-yeşil koalisyon Ankara için Kohl-Kinkel ortaklığından daha kötü bir perspektif çizmemektedir.
Bundan sonrası ise tarafların karşılıklı açılım ve becerisine bağlıdır.
Paylaş