Akşamcı paydosu

İçkiyle, bilhassa da viskiyle aşk ilişkimi herhangi bir hidayete ermeden (!) dolayı kopartmadım. Ahlakiyatçılıktan hiç kopartmadım. Bunların ikisi de bana uzak ve yabancıdır.

Hani meşhur hikayedir, yolda Bektaşi’ye raslayan molla hiddetle kükremiş:

- Bre zındık, namazda alnının secdeye vardığı vaki midir?

Beriki acele acele ve ’her’ kelimesini bilhassa vurguyarak derhal lafı yapıştırmış:

- Her bayram, her bayram!

Sofu yine üstelemiş: ’Peki, rakı zıkkımlanır mısın?’

Ve baba erenler bu defa sözcükleri uzata uzata ve usul usul pişkin cevabı vermiş:

- Akşamdaaan akşamaa!

Yalanım varsa namerdim, benimkisi böyle değil! Bir tövbe ettim, pir tövbe ettim.

Yılbaşında tam üç sene bitti ki, ne Bektaşi gibi işi pişkinliğe vuruyorum, ne de ’Her akşam viski, rakı ve şarap / İnsan oluyor harap’ şarkısını terennüme niyetleniyorum.

Defteri kapattım.

Hayır, tabii bir kutuptan diğer zıt kutba sıçrayan fanatikler gibi yeşilaycı kesilmedim.

Fakat en kabadayısı kırk yılda bir ve suçlu suçlu dudak değdirdiğim oluyor.

Oysa, yalan söyleyecek değilim, içim gidiyor.

İskoç Denizi’nin tuz ve yosun kokuları yıllanmakta olduğu fıçılar arasından sıvıya sinsin diye mahzen kapıları açık bırakılmış bir viskiyi az buzla bardağa koymak; ráyihasını uzun uzun teneffüs ettikten sonra dil, damak, gırtlak, yemek borusu ve mide, iksirin damarlarda dolaşmaya başladığını hissetmek!

Bundan daha haz verici az şey vardır!

Ama işte, hayatının yabana atılmayacak bir bölümünü bar tezgahında dirsek çürüterek ve varoluş metafiziğinin esrarını kadehin dibinde keşfetmeye çalışarak geçirmiş olan ben, dediğim gibi, artık o defteri kapattım.

Ve eyvah ki eyvah, cennet hurileri ab-ı hayat şurubunu sunana dek de, çok muhtemelen bir daha açmayacağım!

VİSKİYLE İLİŞKİM NEDEN BİTTİ

İçkiyle, bilhassa da viskiyle aşk ilişkimi herhangi bir ’hidayete ermeden’ (!) dolayı kopartmadım. ’Ahlakiyatçılık`tan hiç kopartmadım.

Bunların ikisi de bana uzak ve yabancıdır. Öyle de kalsınlar.

En kötüleri dahil, yaptığım her tercihin sorumluluğunu üstlenecek kadar dürüstüm.

Artı, sanılmasin ki áleni veya gizli bir ’alkol bağımlılığım’ vardı da, ötekilerini ve kendimi rahatsız eden bir tatsızlığa nokta koydum.

Yani, dilin peltekleşmesiyle başlayıp ve grado grado yükselerek saldırganlaşmaya varan o çok bildik, o çok huzursuz ve o çok saygısız ’sarhoşluk durumu`nu kastediyorum.

Meyhane tabiriyle, ’dozu aştığım’ pek, pek ender vaki olmuştur.

Tamam, bünye dayanıklılığından veya başka bir şeyden ötürü o ’doz’ belki bende ortalamanın üzerinde bir ’tahammül noktası`na ulaşıyordu ama, öz değişmez.

Kendimle başbaşayken bile daima sınır koyduğuma ve onu geçmemek konusunda sonsuz hassas davrandığıma göre, mesele yok demektir.

BEDENİ DEĞİL RUHİ HAZ EKSİKLİĞİ

Belki şimdi, ’Madem mesele yoktu ve madem hálá için gidiyor, o halde kendine işkence eden bir mazoşist misin ki haz unsurundan vaz geçtin’ diyeceksiniz.

Hayır, mesele vardı! Mesele çıktı! Mesele patlak verdi!

Son derece sıradan, ama sıradan olduğu ölçüde de ciddiyeti tartışılamayacak gaile peydahlandı.

Bunu çok genel olarak ’orta yaş sorunları’ diye tanımlayabiliriz ki, inkárı ne mümkün, nüfus kağıdının eskiyor olmasından kaynaklanıyorlar.

Yani, kolesterol yükseldi, trigliserit arttı, neden düşmüyor falan derken anlaşıldı ki karaciğer büyümüştür ve de yağlanmıştır.

Bunun kesinkes içkiden kaynaklandığını söyleyen hekim, ’Son vermezsen siroza kadar varabilir’ diyerek gözümü fena halde korkuttu. Artı, diğer yan tesirleri sıraladı.

Dolayısıyla da, o gün bugündür, Bektaşi’nin ’akşamdaaanakşamaa’sını şıp diye kestim.

Hoş, nokta koyduktan sonra da öyle aman aman bir değişme olmadı ama her neyse!

İşte, ister irade deyin; ister ecel korkusuna verin; isterseniz de müptelá olmadığımın somut bir ispatı olarak algılayın, bünyevi açıdan en ufak bir zorluk çekmedim.

Ezelden beri ve her gün rahatça iki kállavi kadeh deviren ben, sanki bütün hayatı boyunca Taşdelen suyundan başka şey içmemiş birisi gibi, ertesi, daha ertesi, daha daha ertesi gün de alkol içeren sıvıya dudak değdirmemek konusunda en ufak bir zorluk çekmedim.

Yok yok, aslında çektim ve çekiyorum.

Ve dediğim gibi, cennet hurileri öteki tarafta ab-ı hayat iksirini sunana dek de çekeceğim.

Fakat bu bedeni değil ruhi bir ’h-a-z’ eksikliğinden kaynaklanıyor ki, aslında sonsuz ciddi ve sonsuz felsefi varoluş sorunlarına uzanan konuyu gelecek pazara bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları