AKM, vasatlık ve cumhuriyetçilik

AKLI sıra ’cumhuriyetçilik’e toz kondurmayacak ya, vasat bagetinin kıymeti eh işte kamıştan menkûl bir orkestra şefimiz, ’devrim vidası sıkmak gerekiyor’ buyurmuştu.

Sonra, zahir ’üstád’ından feyz ve de gaz almıştı ki, yine körler diyarında şaşı sultan diğer bir batı müziği ’besteci’miz, alaturka musikiyi ’meyhane edebiyatı’ diye tanımlamıştı.

O klasik müziği ’meloman’ deliliğinde sevmesine rağmen bu satırlar yazarı da, her iki hazrete, hangisi olursa olsun, tınıların ideolojik zapturapta alınamayacağını haykırmıştı.

* * *

ANCAK, AKM yıkılsın mı, yıkılmasın mı’ tartışması gerçeği tekrar orta koyuyor.

Yani, Türkiye’de ’kültür ve sanat sorunları’na illá ve illá yukarıdaki ideolojik at gözlükleriyle bakmak ahmaklığı, aptallığı, fanatikliği, partizanlığı hálá sürüyor.

’Hayır, bina dursun’ mu diyorsunuz, ilericiliğe, laikliğe, Atatürkçülüğe terfi ettiniz.

Yook, eğer benim gibi Taksim’deki çirkinlik ábidesinin beline kazma vurulmasını mı istiyorsunuz, o halde ’gerici’, ’şeriatçı’, ’iktidar yalakası’ damgasını yediğinizin resmidir.

Nitekim, elektronik posta kutuma yağan çağrılarda, klasik müzik severlerin 14 Nisan’daki ’Cumhuriyetçilik’ yürüşüyüşe katılması isteniyor. İstimlák ancak bu sayede önlenirmiş.

Breh, breh, breh, kafamı kör testereyle kesseler katılmayacağıma göre, demek şimdi ben siyasi bab’da ’hanedancı’, nota bab’ında ise ’dümbelekçi’ kategoriye girmiş oluyorum.

* * *

ÖNCE, aslını inkár eden námerdlerden değilim. Yani, eğer bugün klasik Batı müziği tutkunuysam, buradaki kulak disiplinimi tabii ki genel ’Cumhuriyet kültürü’ne borçluyum.

İstanbul İl Radyosu’nun senfoni dalgalarını ve iki haftada bir naklen yayınlanan pazar konserlerini dinlediğim içindir ki, o kulağım terbiye oldu. Gustom yontuldu ve inceldi.

Üstelik, yukarıdaki ’terbiye süreci’ne, daha sonra ancak iç güveysinden hallice birer ’vasat’ olduklarını keşfetsem dahi, ’Türk Beşleri’ denilen kompozitörleri de katıyorum.

Haram süt emmedim, yumurtadan çıkıp da kabuğunu beğenmeyen civcim olamam.

* * *

FAKAT, ben nasıl kültürel evrimi sonsuz doğal addediyorsam, Batı güzel sanatlarını Türkiye’de Cumhuriyet’le başlatan ve özdeşleştiren fanatikler de artık hizáya gelsin!

Dogmatizmi, militanlığı, şablonculuğu, bilhassa da cahilliği bıraksın!

Çünkü, özellikle o Batı musikisi bizim ülkemize 1923’den çok, çok önce girmişti.

Hadi ’Dar-ül Bedai’yi, ’Sanai-i Nefise’yi, ’Dar-ül Elhan’ı falan geçeyim ama insaf, birader Donizetti yönetimindeki ’Mızıka-ı Hümayûn kemanları tá 1827’de akord edilmiştir.

İmparatorluk nihayete erdiğinde bu kurum haniyse bir asırdır öğrenci yetiştiriyordu.

Artı, kimse gökten zembille inmez, Cumhuriyet’e ’medar-ı iftihar’ sayılan yukarıdaki ’Türk Beşleri’ dahi ilk ve esas formasyonlarını son Osmanlı döneminde edinmişlerdi.

* * *

O halde, klasik Batı müziği kültürünün oluşumunda Cumhuriyet’i ’milád’ addeden ve onun bir ’yok’tan bir ’var’ yarattığını öne süren tez baştan sona kadar safsatadır.

Tıpkı, mimari ve estetik açıdan Taksim Meydanı’nı kirleten şu gudubet AKM’nin yıkımını istemenin, gizli yahut açık bir ’anti - cumhuriyetçilik’ (!) olduğu iftirası gibi!

Kaldı ki, mübarek bina bir heykel, bir mezar, bir marş falan da değil ki ’cumhuriyetçi simge’ yerine konsun. O çimento yığınına bu misyonu kim, hangi seláhiyetle bahşetmişmiş?

Sakın, ’devrim vidası sıkmalı’ komutu veren ama asli işi olan müzik şefliğinde hiçbir evrensel orkestraya baget komutu veremeyen şu ’vasatlık zaptiyesi’ ideoloji olmasın?

Elimle koymuş gibi biliyorum ki, evet o! Betonu sıradanlık jandarmaları simge kılıyor.

Aynı AKM’nin aynı vasatlığı nasıl aşması; yani, yıkıldıktan sonra mutlaka yine oraya ve mutlaka yine o sıfatla nasıl inşa edilmesi gerektiği konusunu yarına bırakıyorum.
Yazarın Tüm Yazıları