Paylaş
İstanbul’a geliş lâfını hiç açmadı. O zaman ben de kinayeli biçimde, “zat-ı âlileri bu yaz Dersaadet’e teşrif buyurmak lütfûnu bahşetmeyecekler mi” diye ağız aradım.
“Belki” dedi ve sevgilisiyle birlikte Norveç’e gideceğini söyledi. Tarih de vermedi.
AFALLADIM. Hem az çok bildiğim bu ülkeden tabiat hariç hiç hazetmediğim, hem de mahdum beyle hasret gideremeyeceğim için pederşahiliğim tuttu. Ahizede biraz çıkıştım.
“Yahu, iklimi soğuk, insanı soğuk, fiyördü soğuk, tatil geçirecek başka yer bulamadınız mı? Ne hacet, oldu olacak bari kutuplara çıkın” gibisinden şeyler söyledim.
Ancak tabii, babasının gençlik ve olgunluk tecrübeleriyle sabittir, yukarıdakilerin aksine Venüs vücutlu ve Viking bedenli dişilerinin hiç mi hiç soğuk olmadığını eklemedim.
Neye yarar? Bizimkisi oraya yavuklu gözetimi altında gideceğine göre ne boşuna iştah kabartmanın, ne de belki müstakbel gelinimin hışmını çekmenin âlemi var.
ÖTE yandan, ortanca oğlum da artık akademiyi bitirdi, ama o hâlâ babasının hakikatli kuzusudur. Yılda iki - üç kez olduğu gibi geçen cuma akşamı yine Yeşilköy’de karşıladık.
Şen şakrak eve geldiğimizde de kız arkadaşıyla “chatlaşmak” için odasına kapandı.
Ve tam refakatçim ve ben yatacaktık ki “televizyonu açın” diye bağırmaya başladı.
Hayrola diye kumandaya bastık. Aman Allah’ım, Oslo’da kan gövdeyi götürüyor!
Canlı yayın yapan bütün kanallar da ölü sayısı enflasyonunda birbirleriyle yarışıyor.
TABİİ korkunç manzara karşısında ben de dehşete düştüm. Fakat pek şaşırmadım.
Meczup kıtlığına kıran mı girdi? Belli ki şu veya bu cani yeni bir cinnet geçiriyor.
Üstelik gerek epey gitmişliğim, gerekse de incelemişliğim var ya, bilgiçliğim tuttu.
Ben ki daha 19’uncu asırda diğer İskandinavları küçümseyerek “gerçek kuzey adamları biziz” diye hiç yoktan dil uyduran; 2. Savaş’ın en ünlü Nazi işbirlikçisi Vidkung Quisling’i siyaset adamı olarak üreten; Hitler’e methiyeler düzmüş Nobel’li yazar Knut Hamsun’u baş tacı eden; sonradan görme petrol zenginliğiyle ve refahı paylaşmamak bencilliğiyle de AB’ye girmeyi reddeden o Norveç’i hiçbir zaman “cennet” addetmek saflığına düşmemişim.
Hatta konuya ilişkin olarak satır karalamışım. Dolayısıyla, sanki müneccimmişim gibi ortanca oğluma ve refakatçime, katillerin yerli ahaliden de olabileceğine dair nutuk çektim.
Oğlum bıçak gibi kesti: “Yeter, abim bugün Oslo’ya gitti!”
NEEE? Bana tarih vermemişti, demek bugün uçmuş. Titremeye başladım. Başladık.
Hem gerçek, hem mecazi anlamda o buz gibi şehri biliyorum, kıç kadar yerdir. Munch Müze’de cö dese tramvay rayından çıkar. Limanda çatapat patlasa Saray’a şarapnel düşer.
O halde derhal cep telefonu ve ara! Bir, beş, on, meşûm alette Vikingçe teyp dönüyor.
O halde derhal mesaj yolla! Bir, beş, on, melun ekranda yanıt belirmiyor!
Acaba yabancı ülkede tasarruf olsun diye aparatı kendisi mi devre dışı bıraktı?
Yoksa, yoksa, yoksa?
Ağzımdan yel, beynimden iblis alsın ve Norveç bana büyük oğlumu teslim etsin!
GECE yarısını geçiyordu, hem benim, hem de ortanca oğlumun telefonunda “sağ ve salimiz, merak etmeyin” cümlesi belirdi.
Anında cevap yazdım: “Soğuk ve sahte sükûnetler ülkesini derhal terkedin ve hemen sıcak ve hakiki patırtılar şehrine gelin!”
Paylaş