BRÜKSEL’in Türkiye’yle müzakereleri "yavaşlatmak" kararı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından "vizyon yoksunluğu" olarak yorumlandı. Tabii ki doğru!
Háttá bunu daha da genişleterek, o AB’nin strateji fukarası olduğunu ekleyebiliriz.
Veya, kısmen mevcut bulunsa dahi, çok zıt kutuplara çekildiği için ortaya bir kakofoni çıktığını; dolayısıyla da "vizyonsuzluk" görünümün hákimiyet sağladığını söyleyebiliriz.
Her halükárda, şöyle veya böyle yukarıdaki olgu nesnel bir vakıadır.
Zaten de yukarıdaki hanidir "Avrupa’nın varoluş krizi" olarak değerlendiriliyor.
* * *
BU krizin başlangıcını aslında "Duvar"ın yıkıldığı 1989 yılına uzandırmak gerekiyor.
Çünkü, nasıl ki dünya geneli o tarihten beri hálá "oturmadı" ve hálá "geçiş dönemi" yaşıyor, hiç şüphesiz ki aynı şey Avrupa açısından da hüküm sürüyor.
Kabul, Atlantik Okyanusu’ndan Tuna deltasına Kıta tekrardan yekpárelik kazandı.
Ama son tahlilde, bu bütünlük bir sosyo-iktisadi coğrafya olmaktan çok öteye gitmiyor.
Başka bir deyişle, komünizmin ve blokların çöküşü ertesinde yeni üyelerle genişleyen bugünkü AB, kökeni tá 2. Savaş nihayetine uzanan ilk "Avrupa ütopyası"yla benzemiyor.
Zaten benzemesi de artık asla mümkün değildir!
* * *
DEĞİLDİR, çünkü "kurucu babalar"ın hedeflemiş olduğu o ütopya esas itibariyle, Ortaçağ Şarlömayn’ı dönemindeki tarihi ve toplumsal satıh üzerinde yükseliyordu.
Nitekim, haritayı şöyle bir açın, Almanya, Fransa, İtalya ve artı Benelüks, bunların toplamı üç aşağı, beş yukarı geçmişin Kutsal Cermen Roma İmparatorluğu’na tekabül eder.
Dolayısıyla, hedef ve organizma dahil, ilk elbise böylesine bir beden için biçilmişti.
Sonra, eh hadi bir, üç, beş, gövde genişlediğinde teğeller sökülüp o AB elbisesi bir ölçüye kadar, tıknaz vücuda uydurulmaya çalışıldı. Oysa bunun bir sınırı var!
Bir yerden itibaren kostümün modelini değiştirmek, yani organik yapılanmada, işleyiş tarzında, yönetim mekanizmasında radikal "biçim" dönüşümlerine gitmek gerekiyor.
Fakat yetmez! Hiçbir şekilde yetmez!
Çok daha önemlisi, şimdi dikilecek elbisede bilhassa ve bilhassa kumaşın da cinsini yenilemek zorunluluğu dayatıyor ki, işte bu nokta işin "öz"ünü ve bam telini oluşturuyor.
Vizyon, hedef, perspektif falan, bunların hepsi o doku seçimi sorununda odaklanıyor.
* * *
AŞAĞI yukarı bizim "ulusalcılar"atekabül eden ora "egemencileri"nifasulyeden sayıp şematik bir basitleştirmeye gidersem, burada üç ana eksenden söz etmek gerekir.
Ultra "muhafazakár" birinci eksen eski "asil" (!) kumaşta; yani "kurucu babalar"ınarzuladığı türden bir Hıristiyan; háttá Cermen Latin bir Avrupa’da ısrar ediyor.
Fransız d’Estaing ve Alman Schmidt de "ideolojik baba" misyonu üstleniyorlar.
İkinci kesim iseo AB’nin artık mümkün olmadığını gören "realistler"de odaklanıyor.
İngiliz Tony Blair başta, bunlar hem o ağır kumaş yerine hafif bir poplin istiyorlar, hem de eski klasik modelinin "casual" denilen biçimle ferahlatılmasını talep ediyorlar.
Yamalı bohça ama çoğunluk durumundaki üçüncüler ise öyle bir net fikri olmayan veya günü kurtarmak için her tarafa kıvıran "idare-i maslahat" statükocularından oluşuyor.
Burada da yine bir Fransız -Alman çift, yani Chirac-Merkel ikilisi başı çekiyor.
Ve işte, "vizyonsuz AB"nin Türkiye’yle müzakere yavaşlatmak kararı da, zaten haydi haydi hákim olan bu üçüncü kesimin aynı idare-i maslahatçı ufuksuzluğu çerçevesine giriyor.
* * *
PEKİ, tamam AB’nin stratejik bir vizyonu yok ama, acaba Türkiye’nin var mı?
Bunun cevabını cumartesi günkü yazımda arayacağım.