ARABİDEN serbest tercüme ediyorum, "Harábeler anlamına gelen ve bestesi Riyad Sunbati’ye, güftesi de İbrahim Naci’ye ait olan "El Atlal" adlı hüzzam şarkı şöyle der:
"Azád eyle beni, çöz ellerimi / Çöpüm yok, verdim sana her şeyimi / Bak, kanıyor hála bileklerim. / Neden bu kelepçe, aldın ya her şeyimi / Niye kölen kalayım, beni beklerken dünya nimetlerim."
Demek tam kırk yıl olmuş ve ben, sanki dünmüş gibi hatırlıyorum.
* * *
HATIRLIYORUM ki, ilkin beş lambalı "Edison" aparat başında ve parazit cızırtıları arasında, Kahire istasyonu antenlerinde ağlayan Cemal Abdülnasır’ın nutkunu dinlemiştim.
Tek kelimesini anlamıyorum ama ne değişir ki!
Söylediklerinin bilincine ve vehámetine varmak için, Almancayla birlikte dünyanın en mükemmel belágát ve en heyecanlı ajitasyon lisánı olan Arapçaya vakıf olmak gerekmiyor.
Yüzde doksan doksan dokuz virgül doksan ihtimalledir ki "Reis" yenilgiden; yenilgi ne kelime, hezimetten; hezimet ne kelime, bozgundan; bozgun ne kelime, feláketten yakınıyor.
Benim de ağlayasım, hıçkıra hıçkıra ve hüngür hüngür ağlayasım geliyor.
* * *
O bitti ve bu defa cızırtılar arasından "Azád eyle beni, çöz ellerimi" yükseldi.
Kahire’den Kadıköy’e ulaşan emsálsiz ses ve sonsuz hüzün odayı doldurdu.
Tabii ki güfteyi de anlamıyorum. Manáyı ancak çeyrek yüzyıl sonra öğreneğim. Olsun, yine ne değişir ki!
Çünkü şimdi Ümmü Gülsüm;çünkü şimdi "Hanım"; çünkü şimdi "Diva" Nil kıyısındaki Hertz vericisinde ve hüzzam makamında, "Harábeler"i haykırıyor.
"Neden bu kelepçe, aldın ya her şeyimi"!
"Reis" gibi o da ağlıyor ve o da ağlatıyor.
Babam içeriden "kapat yalelliyi" diye azarladı.
Kapatıyorum ve ağlayarak, Bükreş radyosundaki klasik müziğe dönüyorum.
* * *
TAM kırk yıl önce bugün başladığına göre, demek ki onbeş buçuk yaşındaymışım.
Ve 1967 Arap-İsrail Savaşı öyle bitti ki, Nasır Mısır’ına ek olarak Cedid’in Suriye’si, Hüseyin’in Ürdün’ü ve artı, Maşrık’tan Mağrib’e bütün o Arabiyat retoriği "mafiş"lebitti.
Ben de bittim!
Tarihe "Altı Gün Savaşı" olarak geçen muharebelerde nasıl ki Siyonist Devlet tüm Arap ordularını muazzam ve korkunç bir bozguna uğrattı, işte ben de aynı bozguna uğradım.
* * *
ÖYLE, zira "sol"a ilk adımı atıyorum ya; zira Abdülnasır hep "anti-emperyalizm" şiarı tekrarlıyor ya; zira darbeci asker Talát Aydemir’den sivil darbeci Doğan Avcıoğlu’na, Türkiye "ilericiler"i (!) bana Baas ideolojisi vaaz ediyor ya, tabii ki Arapları destekliyorum.
Üstelik, Don Kişot şövalyeliğiyle rüzgára göğüs geriyorum. Akıntıya kürek çekiyorum.
Çünkü, beş vakit namazında ve üç aylar farzında olmasına rağmen "fellah arkamdan vurdu" diye "Yahudiye duacı olan" Büyükbabam bile dahil, Davudi yıldızlı generali kastederek "dayan Moşe Dayan" diyen bütün uzak - yakın çevrem, hep İsrail’i destekliyor.
* * *
KIRK yıl önce tam bu vakit, ben, Sina Çölü’ndeki bir Musa gibi yalnızdım.
Kırk yıl önce tam bu vakit, ben, dehşet bozgun ertesi Kahire Radyosu’nda "Neden bu kelepçe, aldın ya her şeyimi" diye "Harábeler"i haykıran Ümmü Gülsüm’le ağlıyordum.
Ve, kırk yıl önce tam bu vakit gerçekleşen 1967 Savaşı aslında sonsuz çok şeyi yıktı ki, şu an hálá üzerinde gezinmekte olduğumuz o "harábeler"de yarın da rehberlik yapacağım.