ASLINA bakarsanız, 1 Mayıs katılımcılarına "kalabalıklar" demeye dilim varmıyor.
Zaten, en azından televizyon ekranlarında, o "kalabalık" (!) adedini siz de saydınız.
Açıkgöz düzenleyiciler, kamera açısında çok gözüksün diye safları ve araları kasten ferah feza tuttular ama, göz adábından biraz nasiplenmiş olanlar şıppadak numarayı verdi.
Bırakın "dolup taşan alanları", işte yine sen, ben, bizim oğlandan oluşan ve militan kimlik taşıyan marjinal grupçuklar cılız mı cılız ve sıska mı sıska gövde gösterileri yaptılar.
Ve bilmiyorum, acaba bütün Türkiye sathındaki nümayişçileri alt alta toplasanız, sıradan bir ikinci küme maçındaki açık hava tribünleri dolar mıydı?
* * *
FAKAT şunu çok iyi biliyorum ki, yukarıdaki "militan" niteliklerinden ötürü, söz konusu "sol" gruplar "işçi bayramı"na haftalar, belki de aylar öncesinden hazırlanmıştılar.
Bildiri, afiş, teksir bir yana, kimin nerede hangi pankartı taşıyacağı çoktan saptanmıştı. Zaten, sosyal-faşist milislerden esinlenme üniformalarda bunun göstergesini sundu.
Üstelik, adım gibi eminim ki, pazartesi akşamından itibaren "özeleştiri" toplantıları gırla gitti ve şimdi "proletarya öncüsünün eylem bilançosu" türü raporlar hazırlanıyordur.
Oysa, 1 Mayıs alanlarında her şey vardı ve tek bir şey yoktu:
Numunesini pertavsızla arada bul, o "pro-le-tar-ya"nın tá kendisi!
* * *
PEKİİ, Türkiye’de durum böylesine hazindi de, diğer yerlerde farklı mıydı?
İşçi sınıfı geleneğinin en köklü olduğu Batı toplumlarında milyonlar mı ayaklandı?
Yok, canım! Ne gezer! Üç aşağı, beş yukarı, oralarda da durum tıpkısının aynısıydı.
Bir ayağı çukurdaki nostaljik Rus emeklileri hariç, tümkapitalist álemde 1 Mayıs sonsuz sönük geçti. Zaten de her yıl daha çok sönükleşiyor. Bu trend giderek pekişiyor.
Öyle, çünkü, ufuklarını 19. yüzyıl Marksist şemasıyla sınırlayanlar hálá inát etse dahi, aslında sanayi kapitalizmi toplumlarında bile asla tam yerleşiklik kazanmamış olan o "sınıf bilinci" efsanesi, şimdinin "sanayi ötesi kapitalizm" toplumlarında hiç dikiş tutturamıyor.
Aynı Marksist terminolojiyi paralarsak da, buradaki en birinci unsuru, mevcut "üretici güçler" bünyesinde proletaryanın artık "sayısal nicelik" olarak azınlığa düşmesi oluşturuyor.
İşte size sonsuz nesnel bir "altyapı" gerçeği ki, bu, 1 Mayıs ilk şamarını indiriyor.
* * *
İKİNCİSİ ise onun "üstyapısı"ndan; yani yekpáre bir insani bütünden kaynaklanıyor.
Şöyle ki, ilk furyada kendi şirketini açmayı hedefleyen bilgisayar teknisyeni; ilk tatilde kulüp plajı düşleyen parfümeri tezgáhtarı; ilk ikramiyede semt değiştirmeyi hayal kuran varoş genci, kendisinde "proleter aidiyet" hissetmiyor. "Sınıf dayanışması" refleksini de yaşamıyor.
Çünkü, teknisyen torna merdanesiyle değil ekran faresiyle; tezgáhtar küt tırnakla değil manükürlü elle; varoş genci fabrika tulumuyla değil hamburgerci kepiyle ürettiği içindir ki, bu yeni hayat tarzında ve bu yeni değerler ölçeğinde, 1 Mayıs’ın "sınıf kültürü" artık yoktur!
* * *
ZATEN ne mutlu ki, Türkiye’deki 1 Mayıs’ın da refah tıpkı toplumlarındaki gibi siyasi açıdan hızla marjinalleşmesi, aslında ülkemizin tutturmuş olduğu düzeyi ispatlıyor.
Başka bir deyişle, 1 Mayıs alanları ne kadar "boş"sa, bu aslında biraz da, Türk insanın cebinin o kadar "dolu" olduğu; en azından "doldurmak" azmini taşıdığını anlamına geliyor.
Artı, çevrecilerden eşcinsellere, farklı türde marjinal grupların gösteriler sırasında "siyaset ötesi" talepler dile getirmesi, yine Türkiye’nin yine sınıf atladığını müjdeliyor.
Hadi, tereciye tere satıp, Marksistlere yine Marksist lûgat paralayarak bitireyim:
"Tarihin akışı, proletaryanın tükenişi ve 1 Mayıs’ın folklorikleşmesi önlenemez."