Paylaş
Hep uzaktan bakışmaktan, göz göze gelip de yaklaşamamaktan, cesaret bulup da tanışamamaktan söz ediyor gençler...
Hem de hâlâ bu devirde... Hâlâ bu çekingenlik, hâlâ bu utangaçlık... Ve bir de bakıveriyorlar ki, kendilerinden daha cesur biri, kızı ya da o genci kapıvermiş. Cesaret gösterip yanına gitmiş, konuşmuş, gözüne ve gönlüne girmeyi başarmış.
Ya bunu yapamayan ama yıllar sonra hâlâ o günleri yad edip, hâlâ unutamayanlar ve pişmanlık duyanlar...
İşte bu mektup, 70’ine merdiven dayamış, evli, torun sahibi bir beyefendiden geliyor. Bir tür pişmanlık dilekçesi. Hâlâ unutulmamış bir gençlik aşkının itirafı. Keşkeler için artık çok geç ama o hâlâ, “hiç değilse şimdi ona bu satırlarla bir merhaba demek istedim” diyor. O zaman başaramadığı selamı şimdi yolluyor.
Pişman olmalı mı? Bence hayır. İşte ne güzel bir yaşam kurmuş kendine, geçmişe bakıp hayıflanmak boşuna.
Ama günümüz gençliğinin de hâlâ aynı cesaretsizliği göstermesi, belki de güzel bir mutluluğu kaçırmalarına neden olabilir. Ders almak gerekir bu mektuptan diye düşünüyorum.
Aradan 50 yıl geçmesine rağmen içimdeki sızı dinmiyor
Feyza Hanım merhaba, aşağıdaki metin 50 yıl önceki günlüğümden bir bölümdür. O zamanlar İzmir’deki İktisadi ve Ticari İlimler akademisinin birinci sınıfında öğrenciydim. Ve sınıftaki bir kıza sırılsıklam aşıktım. Ama hepsi işte o kadar.
Bugün sevdiğim bir eşe ve çocuklara, torunlara sahibim. Ama, aradan 50 yıl geçmiş olmasına rağmen ona o günlerde bir “merhaba” bile diyememiş olmanın hüznü dinmeyen bir sızı gibi hâlâ içimdedir.
Eğer o hayatta ise ve siz bu mektubuma köşenizde yer verirseniz, sanırım kendisini tanıyacaktır. Böylece belki çok gecikmiş de olsa, kendisine sevgiyle, dostça bir merhaba deme şansım olabilir.
İŞTE O GÜNKÜ DUYGULARIM
“Bahar gelmiş neyleyim/ Neyleyim baharı yazı/ Sen olmayınca!..” der bir şarkı. İzmir yine çılgın bir baharı yaşamakta. Güneş ısıtıyor artık.
Gökyüzünün kış boyunca kanıksadığımız koyu gri renginin yerinde şimdi gülümseyen tatlı bir mavilik var.
Kovalamaca oynar gibi arka arkaya uçuşup duran kırlangıçların keyfine diyecek yok. Ağaçlar yemyeşil.
Havada insanın kanını kaynatan, duygularını tomurcuklandıran bir bahar kokusu...
O, arkadaşlarıyla birlikte amfinin en ön sırasında oturuyor. Adı Ayla. Ben onun birkaç sıra arkasında sağ tarafta oturuyorum.
Uzaktan ders boyunca onu seyrediyorum.
Her gün sınıfa girişte, ders aralarında gözlerimiz devamlı çakışıyor. Bazen geriye dönüp benden tarafa baktığını görüyorum.
Sürekli bakışlarıyla davranışlarıyla bana karşı boş olmadığını gösteriyor, sanki benden bir hareket bekliyor.
Ama ben, bir türlü onunla konuşma cesaretini kendimde bulamıyorum. İçimde günden güne büyüyen bu gizli sevdanın hüznü ile de yanıp kavrulup duruyorum.
KONUŞMA CESARETİNİ BULAMADIM
Bu yüzden baharı havadaki kırlangıçlar gibi çılgın bir sevinçle değil, günden güne içimde büyüyen öksüz bir hüzünle karşılıyorum. O şarkı, “El eleydik bir zamanlar/ Göz gözeydik diz dizeydik bir zamanlar!” diye devam ediyor ya, biz el ele, diz dize olmadık, olamadık hiç.
Ama hep göz göze olduk. Yine de ben bir türlü gidip onunla konuşma cesaretini kendimde bulamadım.
Ne diyeyim kendime şimdi. Bu da benim salak tarafım, enayiliğim işte...
Kızın gelip sana arkadaşlık teklif etmesini mi bekliyorsun? Şaşkın sende!..
İç çekmelerle, of çekmelerle kafanın içinde fır dolayı tur atan bir çift ela göze takılıp kalıyorsun...
İşte böyle...”
Rumuz: Gençliğim eyvah
Paylaş