Söyle ey sevgili, sen gerçekten áşık olmayı başarabilecek misin
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Bu yazı; Ferhat Göçer’in çok sevdiğim "Yolun açık olsun" albümü eşliğinde okuduğum için midir, bilemiyorum; beni geçmiş günlere sürükledi...
O eski romantik aşkların dönemine kadar uzandım. Bizim gençliğimizdeki o güzelim, duygusal, sıcacık, gerçek aşkların dönemine...
Öyle hemen yatağa girilmeden; el ele tutuşmanın, göz göze bakışmanın insanın yüreğinde ılık ılık kanın akışını hızlandırdığı o romantik aşkların yaşandığı günlere...
Sevgililerin birbirine "mrb" gibi kısaltılmış, anlamsız, boş, aceleyle yazılmış mesajlar yollamadığı ama gerçekten uykusuz gecelerde, düşünerek, duyarak, hissederek ve sevginin kaleme kadar uzanan duygusal seliyle yazılmış uzun, gerçek aşk mektuplarının yollandığı, o hem mutlu hem mutsuz gençlik günlerime...
Sevgiliye yazdığım böyle bir mektubun tam 21 sayfa tuttuğunu hatırlıyorum da... 17 yaşındaydım ve o zamandan belliymiş demek gazeteci olacağım, sayfalarca yazılar yazacağım hayat boyu...
Bugün ise, "Ne yazık, gerçek aşklar yok artık" diye düşünüyorum bazen. Ama işte, birden karşıma çıkıveren bu ayrılık mektubunun içinize dokunacak satırlarını hissederek okuyun. Sevgiliye sorduğu soruların cevabını hangimiz, hanginiz, tüm içtenliğimizle verebilmişizdir ya da verebiliriz?
Bunu yazan kişi, mutlaka çok sevmiş olmalı... Ve hálá böyle sevebilen erkekler de var, hálá "Romantizm ölmedi" diye düşünmek benim yaşımda bile çok güzel, inanın... Yoksa bu mektubun yazarı geçmiş günlerden kalan kır saçlılardan biri mi?
Yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar bir yürekte buluştu
Seni sevmekle başladı hayatımın en anlamlı günleri. Kim bilir, belkide hayatımın gizlerini, yüreğimle seni görmeye başladıktan sonra açığa vurdum. Seni tanımak, seni sevmek zor ama bir o kadar da keyifli bir yolculuğa çıkmak için yapılan heyecanlı bir hazırlıktı. Öyle bir sevdaydı ki bu, yazı, kışı, ilkbaharı ve sonbaharı bir yürekte buluşturuyordu. Káh Muson yağmuru oldun gözlerime yağdın, káh çöl fırtınası oldun yüreğime estin, káh güneş oldun buz tutmaya başlayan tenimi ısıttın. Bambaşka bir dünyaydın benim için. Yumuşacık yüreğinle konuşup, masum bakan gözlerinle gülerdin. Seni sevmek, seninle olmak zaman zaman sırtımda yük olan hayatı, bir bakıma ciddiye almak, bir bakıma da alaya almak demekti.
Her ne kadar "Bu defa artık gerçekten bitti" desem de, bulunduğum yerden gözüme hep kızıl görünen ufuk, seni unutmanın hiçbir zaman mümkün olmayacağını söylüyor. Elbette bunu en iyi belirleyecek olan zamandır.
Bu mektubu, parmaklarımın, teninde, sakin bir denizin kıyısını okşayan, sonra da kumların üzerinde sere serpe uzanan köpüğünün yumuşaklığında, kalemimden káğıda döküyorum. Kim bilir, belki de gönderme cesaretini bulursam kendimde, birlikteliğimizden bu yana ilk kez el yazımla sana bir mektup yazmış olacağım, aynı zamanda da sonuncusunu.
Sessizlik bütün gücüyle haykırırken sensiz dünyamda, bütün geceyi, seni gözlerimin önüne alarak, sesini kulaklarıma doldurarak, teninin ipeksi yumuşaklığını parmaklarımda hissederek geçirebilir miyim?
Artık hiç dönmeyeceğini gözlerime bakışlarınla yazdığın halde, her an kalbimin kırık penceresinden içeri girersin diye gözümü kırpmadan bilinmeyen mevsimler gelinceye dek bekleyebilir miyim?
Şimdiye dek yaşadıklarımı ardımda bırakıp, hayatımın her anını doldurduğun anılarıma kapıları kapatıp, yüreğimi ellerimin arasına alıp, seni kaybetmeden yeni bir isimle, yeni doğan güneşin getirdiği ışıl ışıl bir güne sensiz başlayabilir miyim?
Sağanak yağmurdan, çamur deryasına dönen patika bir yolda hayalimde puslu gözlerin, dudaklarımda Frank Sinatra’nın en sevdiğin şarkısı, hatta şarkımız "Strangers in the night"ın sözlerini mırıldanarak dizlerimde derman kalmayıncaya dek yürüyebilir miyim? Ve etrafımdakilere, aslında yağmurdan değil de senin aşkından sırılsıklam olduğumu anlatabilir miyim?
Yüreğimin pas tutmaya başlayan demir parmaklıklarını sonuna kadar korkusuzca açıp, ağlamaktan değil de ağlayamamaktan kuruyan gözlerimle, balığı tükenmiş denize oltalarını atan balıkçıların daldıkları denizden ümitsizce dönüşlerini izleyenler gibi ben de yüreğimi terk edişini izleyebilir miyim?
Bir zamanlar bana ait olan yüreğini cesurca açıp, bazen ağlamayı, bazen ümitsizce beklemeyi, bazen öfkelenmeyi ve herkesin huzurlu olarak nitelediği sakin, beklentisiz, sürprizlere kapalı hayatını terk etmeyi göze alabilir misin?
Nefes almanı zorlaştıran, yüreğinin yerinden fırlayacak gibi çarpmasına neden olan, hoş ama zaman zaman da sıkıntı verici o heyecanı saklamaya ya da azaltmaya çalışmadan her zaman taşıyabilir misin?
Özlemin, küçücük bir kordan, dünyayı yakacak kocaman bir yangına dönüşmesine izin verebilir misin?
Elde ettiğin her şey senin olsun. Sen yarın için hayal kurabilir misin?
Tüm bunları yaparken çevrendeki insanların, en yakınındakilerin bile senin hakkında ne düşündüklerini, ne senaryolar yazdıklarını hayal edebilme riskini göze alabilir misin?
Hiçbir şey düşünmeden, sadece o anı yaşayıp yüreğini, beynini, bedenini coşkunun ve hazzın kucağına teslim edebilir misin?
Nerede olduğunu, kim olduğunu, kimlerle olduğunu unutup, kaygılarından sıyrılıp saatlerce dans edebilir misin?
Hem kendini hem sevgilini hatalarıyla, değiştirmeden kabul edebilir misin?
Her güne yeni bir isim verip başka başka anlamlar katabilir misin?
Hiç kimsenin görmediği güzellikleri fark edebilir misin?
Ruhuna ihanet etmeden, sadece yüreğinin sesini dinleyerek ve yüreğin sana "o" dedikçe onun izinden gidebilir misin?
Söyle ey sevgili, sen gerçekten bana áşık olabilir misin?