O kadar gereksiz şeylere üzülüyoruz ki

Nedense böyle şeylerin hep başkalarının başına gelebileceğini düşünürüz, kendimizi hep koruma altındaymışız gibi kabul ederiz.

Bu tür olayların bizim ya da sevdiklerimizin başına gelebileceğini hiç tahmin etmez, düşünmek bile istemeyiz.

Kardeşim kadar yakın, gerçekte olmayan kardeşimin yerine koyduğum, can dostum, geçen hafta aniden ortaya çıkan beyin tümörü teşhisiyle Acıbadem Kozyatağı Hastanesi’nde (ki orası beyin cerrahi merkeziymiş) ameliyat oldu. Şükürler olsun, size aşağıda anlatacağım melek doktorun kutsal ellerine teslim olduk. Ve bu düşünmesi bile insanın tüylerini ürperten ameliyat başarılı geçti.

Hayatın ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu, insanların birkaç saat sonra bile nasıl da umulmadık sorunlarla karşılaşabileceğini, bu olay nedeniyle bir kez daha anladım. Yaşadığım üzüntü ve endişeyle bu gerçek bir kez daha balyoz gibi tepeme indi. Aslında ne boş işlerle uğraştığımızı, saçma sapan konuları dert edindiğimizi, gereksiz şeylere üzülüp kızdığımızı, bize bir ödül gibi sunulan bu kısacık ömrü, ne boş işlerde harcadığımızı düşündüm tekrar tekrar. Hele siz sevgili genç okurlarımın ne kadar da gereksiz konular için dertlendikleri geldi bir kez daha aklıma.

Tanrı bu hayatı bize böylesine kolaylıkla harcamamız için vermedi. Her yaşadığımız anın, aldığımız her soluğun değerini bilmek zorundayız. Tanrı’ya en azından bunu borçluyuz çünkü...

Onun ellerini melekler yönetiyordu

Onun ellerini melekler yönetiyordu. O, bu dünyaya insanları yeniden hayata döndürmek için gelmişti. Tıpkı onun gibi birçok görevli gibi ömrünü insan hayatını kurtarmaya adamış, gecesi gündüzüne karışmış, ne doğru dürüst yemek yiyebilen, ne doğru dürüst uyuyabilen, ne ailesiyle, ne çevresiyle herkesinki gibi bir yaşam sürdürebilen; tüm amacı, tüm hayatı, tüm ideali insan hayatı olan, insana yaşamını yeniden kazandırmak olan biri o.

Gözlerindeki o pırıltıyı, yüzündeki ciddiyetin altındaki o yumuşacık ruhu, duygu dolu yüreği, insan olmanın, ama gerçek anlamda, Tanrı’nın istediği gibi insan olmanın kutsanmışlığını ona dikkatlice baktığınızda görmemek mümkün değildi.

O çok ciddi, çok acil, çok hayati, inanılmaz bir beyin ameliyatını yedi saat süreyle, yemeden, içmeden, bir of bile deme fırsatı bulamadan, meleklerin yardımıyla, elleri bile titremeden başardı. O gece ameliyat sonrasında çok sevdiğimiz o dünyalar güzeli, herkesin can yoldaşı, sevgi dolu, yakın arkadaşımızın kurtulduğunu, tümörün tümüyle alındığını, hiçbir organda bir sorun bırakmadan çıkartılabildiğini bizlere müjdelerken, bütün yorgunluğuna rağmen, yüzündeki o inanılmaz mutlu ifadeyi asla unutamam. Oysa ameliyat öncesinde en az bizim kadar endişeliydi. Çünkü tümör çok derinlerdeydi. Görme, işitme, duyu, hareket etme, yutkunma gibi hayati merkezlere çok yakındı. O incecik, zar gibi ve kaygan organla, o kıldan ince damarlarla uğraşmak ve onlara zarar vermeden, üstelik de tümörün tamamını almak için var gücüyle ellerinin bir an bile titremesine izin vermeden savaşmak zorundaydı.

Tam yedi saat boyunca! Dile kolay... Hemen hemen bir mesai saati. Hepimizin sabahtan akşama kadar çalışma saatimiz. Arada bir telefonla konuşup, bir çay molası verip, arkadaşlarımızla bir iki dedikodu attırıp, öğle yemeğine çıkıp, iki laf edip daha sonra yine bir çay içip, gözümüz saatte, çıkış saatinin yaklaşmasını beklerken, işimizi yaptığımız sıradan bir çalışma gününün hemen hemen tamamı. Akşam eve döndüğümüzde "Aman bugün de çok yoruldum, iş çok yoğundu" diye yakındığımız bir iş gününe eşdeğer bir süre. Oysa onun önünde yatan bir insan. Ve üzerinde çalıştığı çok hassas bir organ; beyin. Beyin yoksa insan da yok. Beyin yoksa hayat da yok; beyin yoksa o insan artık bir ölüdür. Beyin ölümü denince, kişiyi öldü kabul edip, organlarını başkasına naklediyorlar!

Onun elleri melekler tarafından yönetilmeseydi, o koca tümörü o incecik kılcal damarları kanatmadan, o zar gibi incecik beyin dokusuna zarar vermeden çekip alabilir miydi?

Kendinizi bir an için onun yerine koyun. Bunları okurken, bir anda önünüzde yatan, dünya güzeli, genç ve dünya iyisi bir insanı kurtarmak zorunda olduğunuzu düşünün. Yemek yaparken bile basit bir hata yapabiliyorsunuz değil mi? Ama bu hata affetmeyen bir görev. Önünüzdeki bir insan ve ameliyathane kapısında en az 40 kişi onun sağ salim ameliyattan çıkmasını bekliyor. Hem de gözü görerek, kulağı duyarak, elleri ayakları tutarak, yutkunma, yemek yeme, soluk alma işlevini kaybetmemiş olarak.

Ama o yedi saatin sonunda yüzünde pırıl pırıl bir ifadeyle -belki de bana mı öyle geldi, ama sanki kilo vermiş olarak ama dimdik- ve en önemlisi adı gibi, Zafer kazanmış bir komutanın gururlu ve mutlu gülümseyişiyle ameliyathaneden çıktı. Bize sevgili dostumuzu teslim etti ve gece yarısında evine gidip birkaç saat uyuyup, ertesi sabah aynı güçle, aynı güvenle, aynı iyimserlikle yeni bir insanı hayata ve sevdiklerine kavuşturmak üzere huzurla uykuya daldı.

Size bugün olağandışı bir insanın yaşamından sadece benim şahit olduğum kısacık bir bölümü aktarmak istedim. Onlar, benim için elleri melekler tarafından yönetilen, Tanrı’nın dünyadaki görevlileri. Allah benim karşıma hep en iyilerini çıkarıyor. İşte bu size anlattığım mucizeyi yaratan cerrah, Numune Hastanesi Beyin Cerrahi Bölümü şefi Doç.Dr. Zafer Berkman.

Onun gibi Prof. Dr. Birgül Sönmez’i tanıdım. Tevazu asla elden bırakmayan ünlü kalp ve damar carrahı. By-pass ameliyatlarının eşsiz doktoru. Yine Prof. Dr. Aydın Aytaç’ı tanıdım. Minicik bedenleri açıp, minicik kalplerdeki kapakçıkları değiştiren... Ve tabii daha niceleri var, şu an hatırlayamadığım (umarım beni bağışlarlar) ama hepsi de birbirinden değerli.

Ama şunu çok iyi biliyorum ki, bu insanlar, boş yere bu akıl almaz görevlere baş koymamışlar. Bu düşünmesi bile çok zor mesleğe boşuna yönelmemişler. Onları bir yerlerden izleyen, onlara bu görevi yüreklerine daha çocuk yaştayken fısıldamış birileri var. Tanrı’nın melekleri!!!
Yazarın Tüm Yazıları