Kural tanımayan gerçek bir aşkın hikâyesi

Geçen haftalarda köşemde “Bir şarkı ve bir aşk hikâyesi” başlıklı bir öyküye yer vermiştim. Ünlü şair Faruk Nafiz Çamlıbel iki çocuğunun annesi Azize Hanım’ın hastalanması üzerine doktor ve müzisyen bestekar Alâeddin Yavaşca’ya danışır. Azize Hanım’ın ölümcül bir hastalığa yakalandığı anlaşılınca ünlü şair o unutulmaz eserini kaleme alır, Alâeddin Yavaşca’ya bestelemesi için rica eder ve ortaya o muhteşem “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” şarkısı çıkar. Bu yazı öylesine ilgi gördü ki, öylesine olumlu yanıtlar aldım ki... İşte bu yüzden bugün yine size ünlü bir şair ve ressamın dillere destan aşk öyküsünü yazmaya karar verdim. Hem de çok sevilen bir şiire ilham vermiş olağanüstü bir aşk öyküsü bu...

Haberin Devamı

Kural tanımayan gerçek  bir aşkın hikâyesi

“Adı, Mari Gerekmezyan’dı...
Türkiye’nin ilk kadın heykeltıraşlarından biriydi... Ermeni asıllıydı... Güzel Sanatlar Akademisi’nde misafir öğrenciydi...
Çok başarılıydı... Okulda bir asistana âşık oldu. Asistan ünlü bir ressam ve şairdi. Üstelik de evliydi. Delice sevdiler birbirlerini...
Dillere düştüler...
Kadın sevdiği adamın büstünü yaptı. Ünlü ressam da onun portrelerini çizdi. Günlerce aylarca büyük bir aşk yaşadılar... Birbirlerine serenat yaptılar. Mari’nin kaşı kara, gözü kara, bahtı da karaydı... Ailesi ve Ermeni toplumu onu terk etti... İtinayla yalnızlaştırıldı...
Dönemin basını, Ermeni olduğu için Ankara’daki resim heykel sergilerinde üst üste aldığı ödüllerde adını bile geçirmedi.
Buna rağmen sevgilisini hiç terk etmedi...
Ta ki hastalanana kadar...
1947 yılında tüberküloza yakalandı...
İstanbul Alman Hastanesi’ne yatırıldı.
Durumu ağırdı...
Antibiyotik gerekiyordu. Ama dünya savaşı yeni bitmişti, ülkede ilaç yoktu. Ünlü ressam sevgilisini kurtarmak için tablolarını sattı.
İlaç için her yolu denedi. Şiirler karaladı. Ama olmadı... Mari 1947 yılının 12 Ekim’inde 37 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Aradan 2 yıl geçmişti...
1949 yılının bir ilkbahar günüydü...
İstanbul Büyük Kulüp’te bir toplantı vardı...
O gece Büyük Kulüp’tekiler özel konuk olan ressam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler...
Bedri Rahmi ayağa kalktı. Şiiri okumaya başladı. Bir yandan mısraları söylüyor, bir yandan ağlıyordu. Gözyaşlarına mendil yetmiyordu...
Karadutum, çatal karam, çingenem...
Nar tanem, nur tanem, bir tanem.
Ağaç isem dalımsın salkım saçak...
Petek isem balımsın ağulum...
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan...
Yoluna bir can koyduğum...
Gökte ararken yerde bulduğum.
Karadutum, çatal karam, çingenem...
Daha nem olacaktın bir tanem...
Gülen ayvam, ağlayan narımsın...
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Sigara paketlerine resmini çizdiğim, körpe fidanlara adını yazdığım,
Karam, karam.
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam.
Sıla kokar, arzu tüter, ılgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade, her türlü dertten topyekun azade...
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan.
Kibrit çöpü gibi kırılan...
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan...
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan...
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum.
Netmiş, neylemiş, nolmuşum.
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül...
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum...
Karam, karam kaşı karam, gözü karam, bahtı karam.
Sensiz bana canım dünya haram olsun.”
Bedri Rahmi’nin hemen yanında eşi Eren Eyüboğlu oturuyordu. Ama hiç tepki vermiyordu. O da herkes gibi bu şiiri ona yazmadığını biliyordu... Bedri Rahmi’nin “Karadutum, çatal karam, çingenem” diye seslendiği kadın, 2 yıl önce ölen Mari Gerekmezyan’dı...
Mari öldükten sonra Bedri Rahmi’ye dünya haram olmuştu... Yıkılmışlığını dizelere dökmüştü. Bedri Rahmi Eyüpoğlu 1975 yılında öldü. Ölene kadar “Canım Cebişim” dediği Mari’yi hiç unutmadı...”
Eren Eyüboğlu her şeye rağmen Bedri Rahmi’yi kabul etmiş ve beraberlikleri şair ölene kadar devam etmiştir...

Yazarın Tüm Yazıları