Paylaş
Kadınlara özgü bir günün var olması düşüncesi ilk kez 1910’da, Kopenhag’da düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda ortaya atıldı ve kabul edildi.
İki Dünya Savaşı arasında bazı ülkelerde kutlanması yasaklanan Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika’da da kutlanmaya başlayınca daha etkili gündeme geldi.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1977’de 8 Mart’ı “Dünya Kadınlar Günü” olarak kabul etti.
Kadınların yürüttükleri mücadelenin temelinde seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşullarının ve ücretlendirmenin yeniden düzenlenmesi gibi konular var. Dünya Kadınlar Günü’nde bugün hâlâ ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, politik haksızlıkların ortadan kalkması için, daha iyi yaşama ve çalışma koşulları elde edebilmek için çalışılıyor.
Türkiye’de ilk kez 1921’de “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanan 8 Mart, 1975’te daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taşındı. Dünya Kadınlar Günü, Türkiye’de 1984’ten beri, kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artmasının etkisiyle her geçen yıl daha geniş bir katılımla kutlanmaya devam ediyor.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’de kadınların çok iyi durumda olduğu söylenemez.
İşte bazı rakamlar:
1- Şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde de yüzde 76’sı eşlerinden şiddet görüyor.
2- Kadınların yüzde 57.7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor.
3- Aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor.
Türkiye ayrıca cinsiyet eşitliğinde 145 ülke arasında 130’uncu!
Kadın cinayetlerinde son yıllarda trajik bir artış var. Yalnız 2016 yılında 414 kadın çeşitli nedenlerle erkekler tarafından katledilmiş.
Ayrıca yapılan istatistiklerden anlaşıldığı gibi ciddi oranda şiddet mağduru var. Bu durumda, kadınlar özgürlüğüne kavuşmuş mu sizce?
NE KADAR ÖZGÜRÜZ NE KADAR EŞİT?
Bu özel günün ve bu kutlamaların amacı nedir? Kadınlara özgürlük tanımak, asırlardır kazanamadığı kadın haklarını kazandırmak, onun aslında erkeklerle eşit düzeyde bir varlık olduğunu tüm dünyaya kanıtlamak değil mi?
Ama ne yazık ki 21’inci yüzyılda bile kadınlar özgürlüklerine kavuşamamış durumda. Burada erkek egemen bir toplumda yaşamamız kadar, kadınların kendilerini bu açıdan koruyamamaları, hâlâ birtakım kurallara boyun eğmeleri, kendilerini neredeyse ikinci sınıf insan olarak görmeye hazır bulunmaları da önemli rol oynuyor.
Bunca yıldır dertlerini dinlediğim kadınlar, hâlâ ailelerinin kendilerine sunduğu koca adayına boyun eğiyor, hâlâ okumak ve meslek sahibi olmak için can atsa da anne ya da babasının dediği biçimde yönlendiriyor hayatını...
Yaşamının ilk yıllarında hayatında egemen olan bir babanın, bir ağabeyin boyunduruğu altındayken, evliliğinde de bir başka erkeğin, kocasının boyunduruğu altına giriyor ne yazık ki...
“Bana sormadan çalışamazsın, bana sormadan evden çıkamazsın, bana sormadan arkadaşlarını eve çağıramazsın” ve daha pek çok yasakla karşılaşır kadın...
Erkeklerin işi şiddete kadar götürmeleri, fiziki üstünlüklerini göstererek eşlerini bastırmak arzusudur aslında. Hem sakın şiddet uygulayan erkeğin eğitimsiz, cahil olduğunu sanmayın... Ne meslek sahibi, ne üst düzey yönetici erkekler görüyorum...
Yine aynı düzeydeki meslek sahibi eşini öldüresiye dövmekten özel bir keyif alabiliyor!
Çelişki şurada:
Erkek karısının akıllı, eğitimli, kendi ayakları üzerinde durabilen biri olmasını ister, ama kadın gerçekten öyleyse bir eziklik de hissedebilir...
Bu ezikliği şiddete başvurarak gidermeye kalkışan erkekler ise maalesef giderek artıyor.
Tasarımlardaki kadın hikayeleri
Tansel Baybara, uzun yıllar boyunca dergi ve yayıncılık sektöründe sanat yönetmeni olarak çalışmış bir tasarımcı ve yazar.
Tasarım ile iletişim kurmaya olan tutkusu sinemadan aksesuvara, müzik albümlerinden sergi prodüksiyonlarına çok çeşitli alana yayıldı. Hayatım Yenibahar projesi, Mardin’in kültürünü ve lezzetlerini de yansıtarak aynı bölgede birçok kadının hayatına katkı sağlıyor. Baybara, şimdi de kadınlar için tasarladığı defterleri kadınlara sunuyor. Mardinli kadınların ürettikleri elişleri Türkiye’nin dört bir yanına ulaşıyor ve hatta sınırları aşarak Avrupa ve Amerika’da satılıyor.
Mardin’den yayılan bu ışığın, ihtiyacı olan tüm kadınlara umut vermesi ve yol göstermesi hedefleniyor.
Bir kadın hareketi olarak başlayan ve Türkiye’nin her yerindeki insanlara ışık olmayı hedefleyen Hayatım Yenibahar, tüm kadınlara bu defterler aracılığıyla bir mesaj iletiyor: Kadın hayattır... Kadın özgürlüktür... Kadın zarafettir... Kadın aşktır...
BU BASKININ ALTINDA ERKEĞİN GÜVENSİZLİĞİ VAR
Bir de toplumdaki şu genel kanı var: “Erkek aldatır, kadınsa bunu hazmetmelidir. Affetmelidir... Ama kadın aldattığında, erkek bunu hazmedemez, hazmetmemelidir!” Erkeğin aldatılma korkusunu kadının hayatını kısıtlayarak, onun çalışma hakkı başta olmak üzere birçok hakkını yok ederek giderebildiğini görüyoruz.Kadın ve özgürlük diye başladık... Ama düşündüğünüzde, kadının özgürlüğünün kısıtlamasında temel sorunun, erkeğin kendinden yola çıkarak erkeklere ve tabii kadınlara güvenmemesi olduğunu görüyoruz. Buna rağmen asırlardır kadın, erkeği korkutmuştur... Erkek, kadının aklından korkmuştur, bilgisinden korkmuştur, becerisinden korkmuştur... Hatta ilginç gelebilir ama kadının cinsel çekiciliğinden korkmuştur. Onu bir tür “günaha çağrı” olarak görmüştür...Bu yüzden onu her zaman, her çağda baskı altında tutmaya çalışmış, her başkaldırısında dayakla bastırmış, zamanı gelmiş onu cadı diye yaktırmış, zamanı gelmiş kafasını vurdurmuştur.Bu durum 21’inci yüzyılda da çeşitli yöntemlerle sürdürülüyor... O zaman günümüzde kadın özgürlüğünden söz edilebilir mi? Daha özgür, daha mutlu, daha huzurlu, gerçekten anlamlı bir “Dünya Kadınlar Günü”nü kutlamak umuduyla...
Paylaş