Babası öleli tam 11 yıl olmuş bu kasım’da... Ama o öyle bir baba ki, kolay kolay unutacak gibi değil... Acısı hálá yüreğinde, o sevgili babasının ardından ağlıyor.
Babası Cemil Erkök "Ankara Hayvanları Koruma Derneği" HAYKOD’u yeniden yaşama geçiren, derneğin kurucularından, düsturu "Eğer ki bir hayvan için küçücük bir yaşam ümidi dahi var ise, o şansı yakalamak ve o hayvanın doğal ömrünü sonuna kadar yaşayabilmesini sağlamak" olan eşsiz bir insandı. Onun izinden giden Gamze, o babayı işte aşağıda okuyacağınız güzel satırlarla bir kez daha anıyor. Ne mutlu o güzel yürekli babaya...
11 yıldır yoksun yanımda
11 yıl önce, sevimsiz kasım ayının yalancı güneşi kalbimi titretirken, en sevgili, sevgilim... Babam;
Ağlayan sarı yapraklarla birlikte bir çukura konurken...
Beyaz kefenin üzerine inci taneleri gibi, toprak huzmeleri düşerken...
"Kara toprak" dedikleri de yalanmış, bak aslında... Kahverengi... Hatta boz...?
"Aslında her şey yalanmış" diye düşünürken...
Birden boş bulundum. Direnemedim bile.
Güçlü kocaman bir el beni, o dev, çift kanatlı korkunç kapıdan içeriye itekleyiverdi...
Yüksek bir sahnedeyim.
Her yaştan milyonlarca çocuktan oluşan dev bir orkestra.
Simsiyah siluetleri.
Küçücük bir sahneye sığışmışlar, her biri ayrı bir notada...
Her biri aynı koroda. Her biri ayrı ama aynı şarkıyı söylüyor.
Arkamdan itekleyen kocaman elin sahibi, boğuk bir sesle;
"Adam gibi adam olan babaların, yetim çocuklarının orkestrasına hoş geldin" diyor.
Korkum büyük. Dönüp bakamıyorum bile.
Öylece dikiliyorum.
Dipsiz bir karanlık kuyu gibi tavandan, kopkoyu, vişne çürüğü rengi kadife perdeler iniyor sahnenin iki yanından.
Boyum seviyesine indikçe, bordonun tonu aydınlanıp, kan kırmızısına dönüşüyor.
Sağ tarafta, kocaman ince uzun bir pencere...
Dışarıdaki kasım karanlığını aydınlatan bir çınar dalında, düşmemek için direnen, tek bir kırmızı yaprak...
Sahne aydınlık, pırıl pırıl.
"Bu ışık nereden geliyor?" diye baktığımda, her çocuğun gözündeki yıldız gibi parıldayan gözyaşlarının sahneyi aydınlatan kaynak olduğunu anlıyorum.
Ciğerime kurulmuş orkestranın davulları en bas, kemanları en alto... Gümbür gümbür çalarken...
İki gözüm, iki çeşme yıldız akarak...
Öylece... Dikiliyorum.
Az sayıda olmakla birlikte, yetim çocuklar arasında "öksüz çocuklar" da var.
"Babasız" çocuklar ile "annesizler" arasındaki fark çok bariz.
Annesizlerin gözlerindeki yaş parlamıyor.
Yontulmamış elmas gibi, kara kömür oturmuş göz pınarlarına...
Babasız çocuklar gibi, elleri başlarında değil, onlar kadar isyankar, onlar kadar dövüşken, şarkılar söylemiyorlar.
Elleri yüreklerine basılı. Belli ki kalpleri çok acıyor. Sesleri çıkmıyor, ağızlarını bıçak açmıyor.
Annesiz çocuklar koroda değiller sanki.
Bir de, hem babalarını, hem annelerini kaybedenler var.
Onların gözleri buz beyazı. Ne yıldız akıyor, ne elmas...
Kör olmuşlar. Elleri ayakları, beş duyuları... Yokmuş gibiler...
Bir şeyler mırıldanıyorlar... Kendileri de, kimse de duymuyor...
Seyirciler, bayram yeri çocuklardan oluşuyor.
Annelerinin babalarının sıcacık ellerini sımsıkı tutmuş, allı güllü kıyafetleri ile
Mutlu... Cıvıl cıvıl parlayan gözleri... Yaşsız çocuklar onlar.
Salonda anılar uçuşuyor.
İlkokula gidilen günler.
İlk yüzme dersleri
İlk futbol topu... İlk bebek...
Çatık kaşları yumuşatan karneler...
Müsamere sonraları, yanağa
Diplomalardan sonra alına,
Her gece uykuya gönderilirken buruna kondurulan öpücükler.
Anılar kan kırmızı perde hizasındayken, senfoni orkestrasının nağmeleri çılgın allegrolarla coşuyor, andanteler mahsunluklara kaçıyor.
La bemoller, si bemolleri bastırıyor.
Anılar, dipsiz karanlık kuyuya doğru, perdeden tırmanırken; korodaki çocuklar acıklı ağıtlara geçiyor.
Herkes ayrı bir nota, herkes ayrı bir ağıt,
Herkes aynı senfoniyi söylüyor hep bir ağızdan;
Yıldız, kara elmas, buz yağıyor gözlerden..
11 yıl oldu.
Çok gemiler kalktı,
Çok mevsimler döndü,
Çok yapraklar düştü,
Çok yalancı 7’ler...
Çok sevimsiz Kasımlar geldi... Geçti.
Yıllar içerisinde, senfoni orkestrasındaki çocuklar eksildi.
Onların yerini ikişer üçer, kendi çocukları aldılar.
Ama ben hiç değişmedim.
Gözlerimden sel olup akan yıldızlar hiç eksilmedi,
Yetim çocuklar senfonisi hiç bitmedi.
İki gözüm, iki çeşme yıldız akarak...
Öylece... Dikiliyorum hálá.
"Hani bir Sezen Aksu şarkısında "Hiçbir acı sonsuza kadar sürmez" diyordu.
Sezen de mi? Şarkılar da mı yalancıydı?
Ne zaman sona erecek bu acı? diye mırıldanıyorum.
Arkamdaki boğuk ses: "Sen de ölünce" diye fısıldıyor.
Sağ tarafta, kocaman ince uzun penceredeki,
Çınar dalında, düşmemek için direnen, tek kırmızı yaprak.
Nihayet düşüyor.
O Henry’nin ölümsüz hikayesini anımsatmak ister gibi.