Bugün size bir Kurtuluş Savaşı öyküsü aktaracağım. Çanakkale kahramanlarımızdan bize ulaşan gerçek bir öykü bu. Bu anlamlı günde unutanlara hatırlatmak, bilmeyenlere de anlatmak istedim.
Anadolu’da Kurtuluş Hareketi’nin meşalesini yakan Mustafa Kemal ve onurlu Türk halkının her bakımdan olağanüstü güç koşullara karşın kurdukları Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, 29 Ekim 1923’te Atatürk ve arkadaşlarının teklifiyle, Anayasa’nın birinci maddesinde, ‘Türkiye Devleti’nin hükümet biçimi, Cumhuriyet’tir’ hükmü yer aldı. Alkışlarla ve oybirliği ile kabul edildi. Aynı günün gecesi, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanlığına seçildi.
İşte yurdumuzu Kurtuluş Savaşı mucizesiyle bağımsızlığına kavuşturan yüce Atatürk’ümüzün bize armağanı olan Cumhuriyet bugün kuruldu. Ama o günlere gelinceye kadar neler yaşandı, ne kanlar döküldü, ne acılar çekildi, milletimiz ne yiğitler verdi bu uğurda. Savaşın son günlerinde kahvaltı ve akşam yemeği yerine -öğle yemeği hiç yok- sadece şekersiz üzüm hoşafından başka bir tayını olmayan Çanakkale şehitlerimizi anmadan geçebilir miyiz?
Bugünün gençleri, Atatürk’ün ve bu kahramanlarımızın bize sunduğu bağımsız vatanımızda özgürce yaşarken, bu öyküleri sanki bir efsane, bir masal gibi dinliyorlar. O insanların, onca yoksulluk, imkansızlık ve de açlık içinde böyle bir mücadeleden, sadece sahip oldukları o pırıl pırıl inanç, güven ve vatan sevgisiyle nasıl galip çıkabildiklerini, bugün belki de hayal bile edemiyorlar. İşte size o günlerden bir öykü. O insanları daha iyi tanıttığını düşündüğüm, bugünkü anlayıştan ne kadar farklı olduklarını görebileceğinize inandığım bir öykü. 1 Mecit (2’nci Sultan Abdülmecit adına bastırılmış olan Mecidiye altınına ve gümüş mecidiyeye halk dilinde bazen Mecit adı verilip isim gibi kullanılırdı) için yapılan helalleşmeden, bugün nerelere geldik.
Kocadere köyüne büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Sivaslı, kimi Halepli çok sayıda yaralılar getiriliyor. Bunlardan biri Lapseki’nin Beybaş köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsüne biraz daha yakın tutabilmek isteğiyle komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi gittikçe zorlaşır ama, tane tane kelimeler dökülür dudaklarından: ‘Ölme ihtimalim çok fazla. Ben bir pusula yazdım. Arkadaşımaulaştırın. Ben, köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşı’dan 1 Mecit borç aldıydım. Kendisini göremedim. Ölürsem söyleyin, hakkını helal etsin...’
‘Sen merak etme evladım’ der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Asker az sonra komutanının kollarında kan kaybından şehit olur. Son nefesinde bir kez daha: ‘ Söyleyin hakkını helal etsin’ der.
Aradan fazla zaman geçmez. Yaralılar getirilmeye devam eder. Üstelik çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar ve künyeler komutana teslim ediliyor. İşte yine bir künye ve yanında bir pusula... Komutan pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır; artık ne titremesine ne de gözyaşlarına engel olabilir.
Pusuladaki not aynen şöyledir: ‘Ben Beybaş köyünden arkadaşım Halil’e 1 Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.’
Söz konusu sargı yeri daha sonra denizden bombalanmış ve 15 bin insanımız şehit olmuştur.