"Ben yapmam asla" diye düşünebilirsiniz, bu öyküyü okuduğunuzda. "Ne kadar da çirkin davranmış; kadınlığın asaletine yakışır mı?" diye kaşlarınızı çatabilirsiniz.
Ya da "Oh ne iyi etmiş, eline sağlık" da diyebilirsiniz. Sonuçta böyle bir durumla karşılaşırsanız, gerçek anlamda ne yapacağınızı, nasıl davranacağınızı, nasıl bir tepki göstereceğinizi bilemezsiniz. Aklı başında, kariyer yapmış genç bir kadın anlatıyor bunları. Aldatılmış bir kadının gün be gün boşanma öyküsü bu.
Gencecik kızlara soruyorlar, eşiniz sizi aldatırsa ne yaparsınız, diye. "Ben de onu aldatırım" diyorlar; saçmaladıklarının farkında bile olmadan. Aldatma konusunda şakalar yapılıyor her yerde. Oysa aldatma şakaya gelemeyecek kadar ciddi. Ama insanda belki de aklının ucundan bile geçmeyecek tepkiler yaratabiliyor işte. Bakın yaşadığı o acı dolu günleri nasıl dile getirmiş sevgili okurum. Ne kadar gerçekçi ve bir o kadar da ciddiyetle yargılayabilmiş kendini.
Yine de beyler, temkinli olun. Aldatılmış ve boşanmak üzere olan bir kadının tepkilerini önceden kestiremezsiniz. Sakın anlamsız anlamsız, "Benim karım efendi kadındır; yapmaz böyle" diye düşünmeyin. Hiç belli mi olur?
RUMUZ: Perle
Aldatıldım. Hem de yıllarca, farklı kişilerle aldatıldım. Hep hissettim ama peşine düşmedim. Ona o kadar inanıyor ve seviyordum ki; ayrıca araştırmayı kendime yakıştıramadım hiç.
Kesin olarak aldatıldığımı bir şubat günü, müthiş bir gafleti sonucu tesadüfen öğrendim. Ağladım, kahroldum, yumrukladım, hakaret ettim. Ruh sağlığım bozuldu
Çılgınlar gibi yürüdüm, koştum sokaklarda günlerce. Peşime takıldı, ama hiç üzüntü duymadı; sanki bıyık altından gülümsüyor, kendiyle gurur duyuyordu.
İnkár etti, hep inkár etti; aldatmalarına, görüşmelerine devam etti. Bana hiç acımadı.
Adliyeye gittim; boşanma davası açtım. Usulü bilmediğim için pis bir kulübeye gidip sevimsiz bir adama dilekçe yazdırdım, onun iğrenç bakışlarına maruz kaldım. Benim buralarda ne işim vardı?
Gidip arabasının camına hakaret notu bıraktım. Bundan utanıyorum. Her şeyini karıştırdım, elbiselerini, pasaportunu, resimlerini yırttım. Oysa o benim canımdı, içim kan ağladı, ona hiç kıyamıyordum, ona kıyamazdım ben. Ama ayakkabılarını çiğnedim, pijamalarını kestim. Benim ütülediğim gömleklerin, elbiselerin, yıkadığım çamaşırların içinde çapkınlık yaptı, başkasıyla yakınlaştı diye, hediye ettiğim kravatları kestim. Bunları yaptığım için kahroluyorum
Ben, bir kariyeri olan, az çok görmüş geçirmiş, sevilip sayılan bir kadın... Ben tüm bunları yaptım. Bağırarak ağladım her yerde. Sokakta bile. Kontrolümü tamamen kaybettim; bundan nefret ediyorum
Günlerce uyudum. Dünya başına yıkılmak, yanmak, kavrulmak, donup kalmak, yüreğine bıçak saplanmak, tarifsiz acılar çekmek gibi, çoğu zaman basmakalıp bulduğumuz ifadelerin ne kadar anlamlı olduğunu o günlerde anladım.
Çok yalnızlık hissettim; şefkat bulmak için yine ona gittim. Başımın okşanmasına ihtiyacım vardı. Sevgisiz ve şefkatsiz, hele aşksız yaşayamazdım. Kime gidecektim. Yine ona gittim.
Yaptığım ve kendime yakıştıramadığım şeyler, yaşadığım kötü anlar hiç yakamı bırakmıyor bugün. Bu anılardan kurtulamıyorum.
Büyük oğlum hastalandı, sabah alıp hastaneye götürdüm. Göğsünde bir ağrı, çok endişelendim. Biz hastanedeyken hiç aramadı. O saatlerde sevgilisine arzu dolu mesajlar gönderiyordu oysa. Okuduğum mesaj tarihlerinden biri de o güne aitti.
Kariyerinde başarılı olsun diye hiçbir sorun götürmedim ona. O ise ona sağladığım bu zamanı onlarla harcarmış meğer. Renkli kağıtlara yazılmış mektuplar, hediye kutuları, prezervatifler buldum çekmecesinde. Bunun ne demek olduğunu, dilerim hiçbir seven kadın yaşamak zorunda kalmaz. Şehvet mesajları okudum telefonunda. Yandım ben, bittim, kayboldum. Hafiyelik yaptım. Oysa bundan nefret ediyorum.
BENİ FARK ETMEMİŞ!
Birazcık romantizm yaşama arzusuyla yüreğim burkulurken, filmlerdeki, romanlardaki her aşk sahnesinde gözlerimden yaşlar süzülürken; sessizce, sevişenlere imrenirken, yaş günümde bir demet nergis beklerken, romantik hediyeleri, mektupları, mesajları o başkalarına verdi. Oysa ben burada hep onu bekledim içim titreyerek.
Mutsuz bir aileden geldiğimden, eşim ve çocuklarıma asla mutsuzluk yaşatmamak üzere hayatımı onunla birleştirdim. Biz hep çok iyi anlaştık, bana hep çok nazik davrandı. Beni hep özgür bıraktı. Bu, onu sevme nedenimdi.
Bana asla baskı yapmadı, aksine benim gibi çekingen bir insanın ufkunu açtı, beni iş hayatımda teşvik etti. Tolerans mı, yoksa ilgisizlik mi diye düşündüğüm çok oldu. Beni hiç kıskandığını görmedim.
Süper anne, süper iş kadını, süper sevgili, süper eş olmaya çalıştım hep. Kilo almamak, onun yanında gurur duyacağı bir imaj olarak yer almak için, yıllarca aç gezdim. "Ben burada aşkım, romantizmim, kadınlığım, dostluğum, ona olan sonsuz desteğimle ve mesleki kariyerimle dururken daha ne aradı" dedim. Yine bütün içtenliğimle, keşke bana söyleseydi aslında ne istediğini, ben onu da yapardım dedim. Yapardım da. Bende olmayan, ya da olan neydi, dedim. Beni fark etmemiş; öyle, dedi.
BİZ DE HERKES GİBİYMİŞİZ
Aldatılmak için bir erkeğin karısı olmanız yeterli. Başka bir kusurunuzun olması gerekmiyor. Anladım.
Panik atak hastası olmuşum, dedim bir gün. Ama sen de çok sinirliydin, dedi, çıktı gitti. Oysa hastanede bana bu teşhisi koydukları sırada, şehir dışından beni aradı. İyiyim, evdeyim, merak etme, dedim; üzülür, kafası karışır, diye. "Sen orda keyfine bak, ben burada kimlerle uğraşıyorum" dedi. Sevgilisiyleymiş meğer...
21 yaşımda tanıdım, sevdim onu. Ona hep saygı, sevgi ve hayranlıkla baktı gözlerim. Biz farklıyız sanıyordum. Herkesten farklı olacaktı her şey. Bunun için çok çaba gösterdim. Bizimle birlikte evlenen herkes boşandı. Başkalarıyla evlendiler, başka şeyler yaptılar.
Oysa ikimiz de sağlıklı insanlardık, Allah bize cömertçe her şeyi vermişti. Düzgün, tertemiz bir yaşantımız olamaz mıydı? Bu, bu kadar zor muydu? Aldatmadan yapamaz mıydı? Dünyaya, nefsimizin bitip tükenmeyecek isteklerini yerine getirme peşinde koşmak için mi geliyoruz? Dünyaya geliş nedenimiz gerçekte bu kadar basit midir?
Aldatmak bir gönül kırmaktır. Tamirsizdir. Benim gönlüm kırık artık.