96 yaşındaki delikanlıyla pazar yürüyüşü

Sizlere her zaman dertlerinizi büyütmemeniz gerektiğini, yaşamın biraz da mücadele ve zorlukların üstesinden gelebilmek olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Sorunları önemseyerek büyütmek değil, oldukları gibi kabul ederek, ama onları mutlaka geride bırakarak, hep ileriye bakmak önemli. Yaşamla ancak bu şekilde başa çıkabilirsiniz. Aksi halde, kederlere bürünüp, en güzel yılları pek çoğumuzun yaptığı

gibi karamsarlık içinde geçirmek işten bile değil. Ve de tabii hangi yaşta olursanız olun, hem kendiniz, hem de çevrenizdekiler için pozitif enerji yaymalısınız, hayata dört elle sarılmalısınız... Bu hafta hepimize çok şey anlatan, çok şey öğreten bu yazıyı sunuyorum size. Yazarının kim olduğunu bilmiyorum, ama ona gerçekten bu güzel satırlar için gönülden teşekkür ediyorum. Bana da umut verdi, yaşam sevinci verdi.


Teşvikiye’de dolaşıyordum. Yarım saat boş vaktim vardı. Hava çok güzeldi, pırıl pırıl keyifli bir gündü. Yürüdüğüm kaldırımın karşısında yaşlı bir beyefendi dikkatimi çekti. İleri yaşına rağmen şık giyimli ve bakımlıydı. Seksen yaşlarında olmalıydı. Oldukça zor yürüyordu, şık bir baston ona yürürken destek oluyordu.

Birden içimde önüne geçilmez bir istek uyandı. Zor yürüdüğü için yardım etmek istedim. Sanırım büyükbaba ve dedemi çok erken yaşlarda kaybetmiş olmak ve onlarla dede-torun birlikteliğini, paylaşımını hiç yaşayamamış olmak içimde ukde kalmış. Hemen karşı kaldırıma geçtim ve onu ürkütmeden koluna girdim, ‘Böyle güzel bir havada sizin gibi yakışıklı bir beyefendiyle biraz yürümeme izin verir misiniz’ diye sordum. Şaşırdı. Durdu ve bana dikkatlice baktı. Bunun üzerine, ona şanslı gününde olduğunu, bir pazar öğleden sonrasında benim gibi hoş bir hanımla kol kola dolaşmayı reddetmeyeceğini düşündüğümü söyledim. Gülümsedi ve ‘Sen gerçek misin? Yoksa gökten mi indin? Malum yaşım ilerledi de’ dedi.

Sonra o benim koluma girdi. Birlikte çok yavaş adımlarla yürümeye başladık. O kadar şeker, o kadar hoşsohbet bir insandı ki anlatamam.

96 yaşında olduğunu söyleyerek başladı sohbete. O andan itibaren araya girmeye çalışsam da hiçbir şey söyleyemedim. Sanki uzun zamandır konuşmuyordu. Büyük bir keyifle anlatıyordu. Atatürk’le başladı söze. Onun ne kadar özel, ne kadar kıymetli bir insan olduğundan, İnönü ile silah arkadaşı olduğuna, İstiklal madalyalarına kadar birçok şey anlattı.

Ara ara durup bana gülümsüyordu. Sonra ‘Eskiden mümkün müydü böyle bir kızla kol kola sokakta yürüyelim? Türk kızlarıyla asla. Ancak yabancı kızlarla olurdu’ dedi. Ve daha keyifli bir ses tonuyla anlatmaya devam etti...

Eskiden çok büyük işler başardığını, tanınmış ve başarılı bir işadamı olduğunu ama tüm bunlara kendini kaptırmadan çalışırken aynı zamanda da hayatını yaşadığını anlattı. ‘Hayat keyiftir’ dedi. Bu hayatın sadece kendimizin olduğunu, başkalarının hayatlarını yaşamanın veya başkaları için yaşamanın yanlış olduğunu anlattı. ‘Ben dışa dönük bir insan oldum hayatım boyunca. Dans benim için çok önemliydi. Eşim evinde yaşamayı severdi. O böyle diye, ben isteklerimden vazgeçmedim. Onu da bana uymak için zorlamadım. Birlikte mutluyduk ama kendi hayatlarımızı yaşadık. Ben hep dansa gittim arkadaşlarımla. Çok gezdim, çok eğlendim. Laf aramızda çok da yakışıklıydım.’

Ben de kendisine hálá yakışıklı bir beyefendi olduğunu söyleyince, elimi öptü. Gözlerim doldu o anda. Hemen sonra bana Fransızca bir şarkı söylemeye başladı. Nasıl hayat dolu, nasıl kendi kendini mutlu edebilmiş bir insan, diye düşünürken durdu ve ‘Hayatta hep mutlu olacak bir şeyler buldum. Zorlukları dertlenerek değil, kabul ederek, onu geride bırakarak ve böylece daha kolay çözerek geldim. 96 yaşındayım ama kalbim hálá çok genç’ dedi.

Bayıldım bu yürüyüşe, 3 dakikalık yolu 20 dakikada geldik ama pek çok hayat dersi aldım. Koca bir hayatı sadece çalışarak ve savaşarak geçirmemiş, her anından mutlu olacak bir şeyler bulmuş, keyif almış. Anlatacak ne çok güzel hikáyesi var. Böyle yaşadığı için de genç kalmış. Yaşıtları hayatta değil. O hálá yalnız başına yürüyüşe çıkıyor.

Teşvikiye Karakolu’nun önüne geldik. Muhitinde herkes bu beyefendiyi tanıyor ve hürmet ediyordu. Nöbetçi polislere döndü ve övünerek beni gösterdi. ‘Bakın ne buldum! Bugün şanslı günümdeyim.’ Onu evine kadar götürdüm. İstiklal madalyalarını ve gençlik yıllarına ait birkaç fotoğrafı göstermek için çok ısrar etti. Vaktim kalmamıştı ama onu kıramadım. Peki, dediğimde gözlerindeki ışıltıyı görmeliydiniz. Keyifle ve özenle açtı kutuları ve paylaştı yıllarını benimle.

Telefonlarımızı verdik birbirimize. Beni manevi torunu kabul etmesini ve onun da benim manevi dedem olmasını istedim. Beni kucakladı.

İki gün sonra beni telefonla aradı. ‘Hayal mi gördüm, sen gerçek miydin, diye kontrol etmeye aradım’ dedi. Onu çok mutlu ettiğimi, beni çok sevdiğini ve özlediğini söyledi. ‘Bir gün buluşup bir kahve içelim’ dedim. ‘Bana yetmez, dansa gidelim’ dedi. Kahkahalarımızı duymalıydınız. İki-üç güne kadar kendisini arayacağımı söyledim. Bu günlerin hayatının en uzun zamanı olacağını söyledi. Bu son cümlesi kalbime yapıştı.

Öğrendim ki; paylaşmanın, sevgi alışverişinin yaşı yokmuş. Kendinden 62 yaş büyük biri ile de arkadaş olunabilirmiş. Öğrendim ki, pozitif düşünce gücü, bastonla yürüyen birine bile dans etme isteği verebilirmiş. Öğrendim ki, çalışmak amaç değil, daha iyi, daha keyifli yaşam için bir araçmış. Öğrendim ki, bir insana kendini iyi hissettirmek çok kolaymış. Öğrendim ki, birbirimize vereceğimiz minicik bir sevgi, biraz ilgi bize kocaman bir şekilde geri dönüyormuş...
Yazarın Tüm Yazıları