Paylaş
Medeni dünya kapitalizmi yumuşatıp ehlileştirmeye çalışırken, biz niye tersine gidiyoruz? Avrupalılar artık yarış atı olmaktan vazgeçip, başına buyruk kediler gibi yaşama hedefinde. Bizimse ağzımız köpürüyor, çatlayıp yere yığılmak üzereyiz!
Kapitalizmin suyu mu çıktı? Galiba biraz öyle! Dünya bunu tartışıyor. ‘Yirmibirinci Yüzyılda Sermaye’ bir kuramsal iktisat kitabı. Tuhaf biçimde şu an çılgınca satıyor. Zira “Ne güzel üretiyoruz, bolluk bereket, yaşasın kapitalizm” derken, son yıllarda zenginlerin daha çok zenginleştiği, ‘yoksul cephesinde yeni bir şey olmadığı’, hatta orta-alt sınıfların hayat kalitesinin gittikçe düştüğü ortaya çıktı!
“Kapitalizm, Amerika ve gelişmekte olan ülkelerde yaşandığı vahşi haliyle, rezil kepaze oldu” diyebiliriz!
New York’un o havalı, bir yandan gazete okuyup kahve içerken, aynı anda işe yürüyen insanları, gittikçe daha uzun saatler çalışmak ve artan rekabet yüzünden burn out sendromuyla, antidepresanlarla tanıştılar.
Ekonomi derslerinde ilk öğretilen şey ‘marjinal fayda’dır. Misal: Çok susadıysanız, ilk aldığınız yudumun marjinal faydası çok yüksektir. İkinci yudumda hâlâ yüksektir ama ilki kadar değil. Üçüncü bardağa başladığınızda marjinal fayda eksiye döner çünkü su içmekten mideniz bulanmaya başlamıştır. Kapitalizmin marjinal faydası, bizim gibi ülkelerde, eksiye dönmeye başladı!
Avrupalılar bu işe erken uyandı. İsveç günlük mesaiyi altı saate indirmek üzere. Fransa’da yeni çıkan yasa, çalışanların ofis saatleri dışında e-posta okumak zorunda olmadığını öngörüyor.
Gelir dağılımı, ‘Gini katsayısı’ ile ölçülür. Sayı 0.25-0.50 arasında değişir. Gini ne kadar düşükse, toplumdaki gelir dağılımı o kadar dengeli demektir. Sosyal demokrasinin uygulandığı İskandinav ülkelerinde sayı 0.25 civarı. Almanya, kapitalizmin insaflı ülkelerinden biri olarak 0.28’de. İngiltere 0.34. Türkiye’nin Gini katsayısı 2009’da 0.38, 2010 ve 2011’de 0.40.
Babanız işten kaçta gelirdi? Ya siz?
Geçen gün yaşlı bir maden işçisi, eskiden madenler devletinken, ailelerine vakit ayırabildiklerini, çocuklarını üniversitede okutacak paraları, tatile gidecek yaz kampları olduğunu anlatıyordu. Babam 50’li yıllarda Alpullu Şeker Fabrikası’nın hukuk müşaviriymiş. Lojman, kamp, düzgün çalışma saatleri gibi avantajların sadece avukatlar değil, işçiler için de varolduğunu anlatır hep. Şimdilerde lojman filan olmadığı gibi, gerçek şeker de yok. Yurtdışından mısır şurubu alıyoruz. Soma’da da benzer bir hikaye var. Tarım bittiği, topraklar kirlendiği için, tek çare o korkunç madenlerde çalışmak. Yani hem sağlığımız, hem ağız tadımız, hem hayat kalitemiz yerle bir. Kapitalizm bir noktaya kadar insanları mutlu etti. Ürün çeşitliliği, serbest rekabet iyiydi. Ama iş kontrolden çıktı. Vahşileşmiş bir kapitalizm, doğal kaynakları, insan hayatını, çalışanın yaşam kalitesini ezip geçmeye başladı.
Kendinize bir dönüp bakın. AVM’ler dışında eğlence yerleri vardı bir zamanlar, hatırladınız mı? Çay bahçesi, açıkhava sineması, park, misafirlik, kartopu oynamak, yürüyüş yapmak, dondurma yemeye gitmek filan vardı, tanıdık geldi mi? Babanız saat kaçta işten eve gelirdi? Ya siz? Kendi sektörümden yakın bir örnek vereyim: Avrupa Yakası’nın ilk sezonunda diziler 60 dakikaydı. Şimdi 120! Kameramanlar, ışıkçılar, 120 dakika oldu diye bahçeli villalar almadı ama. Anlatabiliyor muyum? Hatta bu işten en çok para kazananlar bile günde 14 saat çalışmaktan hayatları duman olduğu, işin marjinal faydası eksiye döndüğü için “Yüzyirmi dakika yazamayacağım, oynayamayacağım, çekemeyeceğim” deyip, işi bırakmaya başladılar.
Birçok sektör gibi, insanlar yarış atı gibi çalıştırılarak üretim arttırıldı ama bir noktada ürünün de çalışanların yaşam kalitesi de düşmeye başladı.
Hikâye Soma’da da budur! Ama iş o kadar büyümüştür ki, toplu ölüme varmıştır. Türkiye’nin kapitalizmi, bir süredir, ağzı köpürmüş, kamçılanmaktan gözleri yuvalarından fırlamış bir yarış atı gibi koşuyordu, bir noktada çatlayıp yere yığılması sürpriz olmadı. Sistemi ehlileştirip insana yakınlaştırmanın zamanı gelmedi mi artık yahu?
Avrupalılar artık yarış atı gibi yaşamayı reddediyor, başına buyruk kediler gibi olmak istiyorlar. Gerektiği kadar avlanıp, yeterince yiyecek bulup, kalan zamanda uyumak, etrafa bakmak, oynamak istiyorlar. Evler küçülüyor, çevre korunuyor, enerji idareli kullanılıyor, dostluk ve komşuluk hatırlanıyor, ‘AVM’lerde kendini kaybetme’ görgüsüzlük olmaya başlıyor. ‘Ölçülü bir aylaklık’, yükselen değer.
Rehber grubunun ‘Ruh’ şarkısını dinliyorum birkaç haftadır. Bir yerinde diyor ki: “Herkesin doyduğu bir çıkma ekmek, senin de öyle…”
Paylaş