Paylaş
Ada Lovelace matematikçi, 1815-1852 arasında yaşadı, dijital bilgisayarın atası denilebilecek alet için aritmetik işlem programının tasarlayıcısıdır, bu yüzden ilk bilgisayar programcısı sayılır.
Rosalind Franklin 1920-1958 yılları arasındaki kısa yaşamında DNA’nın yapısını aydınlattı; virüs, kömür ve grafitin moleküler oluşumlarının anlaşılmasını sağladı.
Bu üç kadın, bazı kaynaklara göre dünyanın en önemli 10 bilim insanının arasında sayılıyor. İlginçtir ilk iki isim hiç oy kullanmadılar, çünkü bilim dünyasında yeri yerinden oynattıkları yaşam sürelerinde bu gezegende kadınların seçme ve seçilme hakkı bile yoktu! Rosalind Franklin ise doğmadan ancak iki yıl önce İngiltere kadınlara seçme seçilme hakkını verdi. Komşu Fransa’ya bu hak 1940’ta, İsviçre’ye ise Franklin’in ölümünden 13 yıl sonra gelecekti.
Üç bilim insanı da sadece kadın oldukları için göz ardı edilme, ciddiye alınmama, hakkında dedikodu çıkarılma, ödül verme-vermeme kavgası gibi sıkıntılarla uğraştılar. Her kadın gibi akıntıya karşı kürek çekip başardılar. Ve bu itip kakılmalara, çelmelere rağmen tarihin ilk bilgisayar programının atası, hâlâ kullandığımız kanser tedavisinin başlangıç noktası, ilk DNA ve virüs çözümlemesi bu kadınlara “emanet”ti!
Son günlerde konuştuğumuz kadın cinayetlerinin sebebi elbette erkeklerin bakış açısıdır. Kültüreldir. Söz konusu kadınları hırsızlar, düşman ülkenin askerleri, mafya, aralarında husumet olan kadınlar filan öldürmüyor ki. Kocaları, eski kocaları, eski nişanlıları, sevgilileri, babaları, abileri öldürüyor! Mesele: “Sen ne hakla benim istemediğim, izin vermediğim, hoşuma gitmeyen bir şey yaparsın”!
“Ne hakla?” Anahtar cümle budur.
Ülke yönetiminde seçmen olma, oy atabilecek kadar insan yerine koyulma “hak”kını kazanmasının üzerinden sadece 100 yıl geçmiş-geçmemiş bir cinsin geldiği yeri, parlak başarılarını; iş gücüne, medeniyete, bilime, sanata katkılarını filan burada anlatmayacağım. Çünkü bakınız, anlamak istemeyen de anlamıyor. Hâlâ “Niye daha az kadın filanca var” gibi sorular soruluyor. Size rağmen, zihniyetinize rağmen yine çok var!
Bırakın bilimi, tıbbı, devlet yönetimini, iş dünyasındaki fişek gibi girişimci kadınları filan. En basit, en güncel örnek: Hâlâ “Kadın mizahçı yok, kadından komedyen olmaz” diyen adam var buralarda. Adile Naşit’ten Ayşen Gruda’ya, o kuşağın mizah devlerine zaten büyük saygısızlık ve Perran Kutman’dan Demet Akbağ’a isim saymaya kalksak sayfalara sığmaz da bendeniz deve gibi 1.75 boyumla yıllardır her hafta televizyonda, sinemada hem yazıp hem oynuyorum, milyonlarca seyirci yıllardır gülüyor, onu da mı görmedin?
Güzel kardeşim, sen “Yok, olmaz” deyince öyle olmuyor. Aldık işi biz götürüyoruz, farkında değilsin!
Onun için bu körlük yaygınken “emanet” kelimesi iyi niyetli de olsa vasat-vasat altı beyinleri karıştırabilir. Adam onu çanta, altın kolye filan gibi emanet zannedip öyle davranabilir. “Hamileyken şurada dolaşmasın, gülmesin, okumasın, bunu giymesin, sonuçta emanetse evde köşede sessiz sessiz dursun” filan diyebilir.
Herkesin namusu kendi namusu olduğu gibi tüm insanoğlu da cinsiyeti ne olursa olsun birbirine, medeni bir ülkede de en çok kanuna, adalete emanettir.
Yok efendim kadın erkeğe emanettir, çiçektir, evin süsüdür, fırfırdır, volandır...
E erkek de kadına emanettir, evin uğurböceğidir, kırlentidir, ahşap kaplamasıdır, konserve açacağıdır...
Böyle mi yaşayalım?
Bence hepimiz birbirimizin “insan” olduğunu bir anlayalım, sonra bilim insanı, iş insanı, mizah insanı kimmiş, hangisi ne yapıyormuş, daha net görülecek.
Paylaş