Kabineye giren terler

KABİNE açıklandı.

Haberin Devamı

Öncelikle yeni sistem konusunda herkesin ne kadar eksik bilgili olduğunu, sistem konusundaki belirsizlikleri bir görmüş olduk. Zira Hulusi Akar Savunma Bakanı olarak açıklanınca “Acaba iki görevi birden mi yapacak, yeni sistemde bu mümkün mü?”, “Yok Genelkurmay Başkanı’nı Cumhurbaşkanı ordu dışından seçip atayabilir”, “Hayır askeri şûra toplanıp seçecek”, “Teamül gereği en kıdemli komutan Genelkurmay Başkanı olacak” gibi pek çok rivayet havada uçuştu. Bunu öne sürenler benim eşim dostum değil siyaset teorisyenleri, Ankara gazetecileri filan. Zira sistem yepisyeni ve pek çok detay, ne nasıl işleyecek, usulü var mı, net değil. Sonuç olarak dün Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Güler, bu göreve atandı.

Kabineye girmiş bakanların bir kısmı özel sektörden patron ve/veya yönetici. “Kabinede, alanında çalışmış, terlemiş, sektörün sıkıntılarını bilen insanlara yer verildi” yorumu var. Hep yazıyorum. Bizim en uzun vadeli yatırımımız, en önemli karar alanımız eğitimdir. Bütün bakanlıklar çok önemlidir elbette. Ama mesela ekonomi kötü gider, yeni kararlar alırsın, 5 yıla toparlanır. Ne bileyim, çok iyi bir adalet reformu yaparsın, 2 yılda tekrar halk ve yabancı yatırımcıda güveni tesis edersin. Ama eğitimi 5 yıl elden kaçırırsan bir nesli, ve memleketin gelecek 40 yılını kaybetmiş olursun! Sonra da ne adalet sistemi, ne ekonomi, ne sağlık, ağzınla kuş tutsan yürümez.

Bizim önceliğimiz, acil ihtiyacımız iyi yetişmiş insandır kanımca. Kaynak ve aklı kanalize edeceğimiz ilk yer de eğitim olmalıdır. Bu açıdan, açıklanan kabinede ilk Milli Eğitim Bakanı’na baktım. Ziya Selçuk’u hiç tanımasam da, bir araştırınca yazdıklarıyla, fikirleriyle gelecek için ümit verdi.

Pek çok sorunumuz, sistemi darmaduman olmuş çok konumuz var. Yeni bakanların kendi alanlarında birer “muasır medeniyet seferberliği” yapması gerekiyor.

Kabineye giren çok terleyecek. En azından umudum bu.

Bilinmezlerle dolu yeni bir hikâyeye giriş yapıyoruz. Dur bakalım neler olacak.


ŞU ON BİN ADIM SORUNSALI
GÜNDE on bin adım yürüme konusu yıllardır konuşuluyordu. Geçen gün Osman Müftüoğlu da ısrarla yazınca resmi gazetede yayınlanmış gibi oldu! Veya şöyle: “10 bin adım hüküm gibi bir şey oldu ama ama amaa kimse yürümedii”! Zira göründüğü kadar kolay değil.

Hayır yaz tatillerinde yaparım. Zevkle yaparım. Yerim o on bin adımı! Arada şımarır on beş bini bile kayıtlara geçiririm! Nedir ki? Tamam, tatilde dizi için bölüm yedekliyorum, yazıyorum filan ama paniğim yok. Günde 6-7 saat masa başında çalışsam, kalan vakitte yürüyüşümü de yaparım, denizime de girerim, eğlenceme bakar, filmimi seyreder kitabımı da okurum.

Ama hayatımın tatil dışı zamanlarında manzara çok karanlık!

On bin adım ha? Bakınız saatte 4-5 kilometre hızla yürüyorum ben. On bin adım ise 7 kilometre civarı ediyor. Yani benim hızımla günde on bin adım aşağı yukarı 1 saat 20 dakika yürüme demek! Üstelik dahası da varmış efenim. 2 gün önce elinizde tuttuğunuz gazetede okudum, sade 10 bin adım yürüme sağlıklı kaslar için yetmiyormuş, bir de ağırlık egzersizleri, Nordik yürüyüş filan yapacaksınmış. Hadi yaptın, o da yarım saat. Duş aldın saçını kuruttun, ne etti? 2.5 saat!

Bana günde o iki buçuk saati verin dünyayı değiştireyim yav! Dünyayı değiştirmesem bile hayat kalitemi değiştiririm. Zira haftada 17.5 saat eder ki ooh sabahtan akşama gezip tozup, sosyalleşip, ertelediğim işleri halledip bir de üzerine cilt bakımı yaptırdığım bir tatil günü edinirim!

Ve delikanlı gibi konuşuyorum, haftada ekstra 17 saatim olsa asla yürümem, bunları yaparım!

Yani o on bin adımı ben çalışma temposu yüksek rutin kış programına yerleştiremedim.

Beş bin adım diyelim, günde 35 dakikaya bağlayalım mı Osman Müftüoğlu hocam? Maksat müşteri olunsun.

Yazarın Tüm Yazıları