Paylaş
”Özal “Onlar bizim hayallerimize bile yetişemezler” derdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise sık sık “Bizim icraatımızın ulaştığı yerlere, onların hayalleri bile ulaşamaz” diyor.
“Onlar” kim, “Biz” kim, “Siz” kim, emin değilim.
Ama hayallerimizin sınıfta kaldığı, millet olarak hayal gücümüzün “gücünü” büyük ölçüde kaybettiği kesin.
Intel, malumunuz Türkiye’nin hayal haritasını çıkardı. Girişimcilik fikrine dönüşebilecek, üretken hayal kurabilenlerin oranı sadece yüzde 15! En baba hayaller “Zengin olayım”, “Doktor olayım” sınırında kalıyor. İcat, keşif, yeni fikir, daha önce yapılmamışı yapma, yazılmamış hikâyeyi yazma, bir alanda daha önce görülmemiş kadar iyisini yaratma, bunlar pek bizde yok.
Oysa dünya artık saf hayalperestlerin dünyası... Mesela, en basiti, benim gibi “Daha önce hiç yapmadım ama televizyona bir sitcom yazacağım, kendi hayatımdakilere benzeyen insanları anlatacağım ve herkes çok gülecek” diyen bir dergi editörünün. Ya da çok çok daha değerli başka bir örnek: “Kansere çare bulacak bir araştırma yapacağım” diyen ve Nobel alan, Nobel Ödülü’nü yarın Anıtkabir’e armağan edecek bir bilim insanının dünyası. Aziz Sancar’ın.
Hayal kurmayı, zaman zaman gündüz saatlerinde uzaklara dalıp gitmekten mustarip, aşırı hayalperestlikten şikâyetçi biri olarak, yine de herkese şiddetle tavsiye ederim. İlaçtır, dosttur, umuttur, neşedir, çoğu zaman fevkalade bir meslektir ve ülkenin, dünyanın inşasında bir taş koymaktır.
Ama memleketin atmosferi bırakın hayal kurmayı, nefes almayı bile imkânsız hale getirmek üzere.
Bazen yazar-çizer arkadaşlarımla konuşuruz. Sadece 10-15 yıl önce ne kadar çok gelecek hayali kurduğumuzu, proje fikri çıkardığımızı, şimdi niye üzerimizde bir bedbinlik olduğunu bulmaya çalışırız.
Korkarım sadece sanatçılar değil, mimarlar, bilim insanları, öğretmenler, avukatlar, hatta esnaflar bile bu bedbinlik duygusunu konuşmakta bir süredir.
Zira hayal kurmak özgürlük, demokrasi, ferahlık ve güven duygusu ister.
Her şeye rağmen, yine çoğu gece uykum, kurduğum hayalin heyecanıyla kaçıyor. Kalkıp acele acele notlar alıyorum, yazıp çiziyorum. Tekrar uyuması zor oluyor. Çünkü hayallerin enerjisi hiçbir nükleer santralda yoktur!
Aslına bakarsanız araştırmalara göre hayallerin sadece enerjisi değil, ekonomisi de hiçbir nükleer santral, inşaat projesi veya AVM’de yok!
Belki bu gerçeği artık siyasilerin de görmesi, vatandaşlarına hayal kurduracak, aydınlık, özgür bir atmosfer için çalışmaya başlaması lazım!
Yoksa yazının başında tekrarladığım cümlelerin tam aksi olacak. “Bizim hayallerimiz, el âlemin yaptıklarına bile ulaşamıyor” hale geleceğiz!
GENÇLER ERKENDEN EVLENSİN, POLİS DAYAK YİYEN KADINLA UĞRAŞMASIN!
BUNLARI ben kurmaca bir ülkede olup bitenler olarak bir dizide yazsam “Abartılı” derler.
TBMM Aile Bütünlüğünün Korunması Araştırma Komisyonu, boşanmalar, aile yapısı, şiddet vesaire gibi konuları araştırmış. Sonra da bunların düzeltilmesi için bazı öneriler ortaya koymuş.
Sıkı durun!
- Komisyonun incelemesine göre Türkiye’de insanlar çok geç evleniyor! Üniversite öğrencilerinin evlenebilmesi için burs seçeneklerinin üzerinde durulmuş!
Boşanma kararı alan veya sorun yaşayan evliliklerde taraflar, eskiden eğitimli evlilik terapisti, psikolog veya doktorlardan vs. yardım alırken, şimdi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın elemanlarının bu işlerde aile danışmanı olarak görevlendirilmeleri öneriliyor!
- Bir bomba daha: Misal 15 yaşında tecavüze uğrayan bir çocuğun tecavüzcüsüyle evlenmesi ve 5 yıl evlilikte bir sorun çıkmaması halinde cezanın denetimli serbestliğe dönüşmesi isteniyor. Böyle bir durumda aile ve mahalle baskısını göz önüne alırsak, genç kızın ne kadar söz sahibi olabileceği malum.
- Final yapıyorum: Artık şiddet gören kadın, mesai saatleri içinde karakola başvuramayacak! Yani lütfen kocadan dayağınızı mesai saatleri dışında yiyiniz! Ölmediyseniz de bir zahmet bekleyin, polisin de işi gücü var bacım!
Ben hiçbir yorum yapmıyorum. Sözlerim bitmiştir.
Paylaş