Paylaş
Tüzüm Kızılcan, dünyanın saydığı, ülkemizin sayılı seramik sanatçılarından ve yeniden görüyorum ki elleriyle, tabir-i caizse kan, ter ve gözyaşı ile kurulmuş, seramikten bir zirvenin her bir santiminde hatırı sayılır emek var.
Bugün sadece seramiğe değil, tutkusunun peşinden gitmek isteyenlerin örnek alabileceği bir hayat hikayesidir Tüzüm Kızılcan’ın yaşamı. Sohbetimizin çok az bir bölümünü buraya yazabiliyorum. Kayıt dışı olan iç döküşler, uzun uzun anımsanan hatıralar… Tüzüm Kızılcan seramiğin duayeni.
Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi'nde 10. Uluslararası EgeArt Sanat Günleri kapsamında açılan Mehmet Tüzüm Kızılcan’ın ‘Vefa’ adlı seramik sergisi 2 Nisan 2024 tarihine kadar sürecek.
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de sanatı ve duruşu ile kaç nesle ilham olmuş ve olmaya da devam edecek olan büyük ustanın ilham veren sohbetini sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyarım.
ÇOCUKLUKTA BAŞLAYAN TUTKU
- Hocam mühendislikle başlıyorsunuz ve seramiğe yöneliyorsunuz. Aslında görüyorum ki çok büyük bir tutku ve emek var öyle değil mi?
TÜZÜM KIZILCAN: Evet, bugün geçmişime baktığımda görüyorum ki ne kadar büyük bir tutkuyla sarılmışım. O dönemlerde her şeye el yordamıyla saldırmışım. Bizim aile Kemalpaşa Yukarı Kızılca köyünün eşrafından. Eğitime çok değer veren bir aileyiz. Benim büyük dedemin eğitime büyük katkıları olmuş. O dönemlerde kimse nereye, ne gibi yardımlar, hayırlar veya katkılarda bulunduğunu konuşmazdı. Ben bunları çok ileriki yaşlarımda öğreniyorum. Benim anladığım kadarıyla vermenin zevkini yaşamışlar. O coşku bana da geçiyor. Paylaşarak büyümekten mutluluk duyan birisiyim. Öğrendiğim bir bilgiyi benden sonrakinin daha ileriye götüreceğine inandığım için, bilgimi hep pay etmek isterim.
- Mühendislikten sanata nasıl geçtiniz?
TÜZÜM KIZILCAN: O dönemlerde sanat okumak meslekten değildi. O yüzden meslek seçimimde ailemin yönlendirmesi etkili oldu. Atatürk Lisesi’nde çok sevdiğim bir arkadaşım mühendislik okumak istiyordu. Ben de onunla birlikte İstanbul’da vakit geçirmek istediğim için sınava onunla birlikte girdik. O sınavı kazanamadı, ben kazandım.
- Seramik hayatınıza nasıl girdi?
TÜZÜM KIZILCAN: Bakın bir şey öğrenmemek diye bir şey söz konusu değildir, sadece yaptığınız işi ciddiye alın. Ciddiye alabilmek için de tutku gerekiyor. Ciddiye almanın da ötesinde, içselleştirdiğiniz zaman her şey bir şekilde oluyor. Bizim Eczacıbaşılarla aile olarak yakınlığımız var. Nejat Eczacıbaşı’nın annesine hala diyoruz. O dönemlerde onların yaptığı seramik ürünlerin de bende katkısı oldu ama esas benim toprakla tanışmam Kemalpaşa Kızılca köyünde oldu. Evlerin avlularında üzümleri kuruturken zemine bir karışım yapılırdı. Ben de bu aşamalardan hep zevk alıyordum. O kilden oyuncaklar yapıyordum. Burada benim kimliğimle ilgili detaylar var: Tüketen değil, üreten olmak istiyordum. Kilden oyuncaklar yaparak ürettim. Hep hayal eden birisiydim ve hayalimi gövdelendirdim. Bu uygulama süreci de beni geliştirdi. Ben içine kapanık bir çocuktum, ilişki kurmam çok kolay olmuyordu çünkü ben topun arkasında koşmadım. Bu bana çok aptalca, tüketen bir şey gibi geliyordu ama diğer çocuklara da arabalar, tekerlekler yapıyordum. Bu kadar derine ilk defa sizinle giriyorum…
- Samimi anlatımınıza çok mutlu oldum hocam.
TÜZÜM KIZILCAN: Sadece seramikle değil, birçok şeyle ilgileniyordum. Mesela birisinin üzerinde ceketi beğeniyorum. O ceketin kumaşını, nasıl dikildiğini merak ederdim. Hayata karşı bir merakım vardı. Estetik kaygım hep vardı
- Tam bir sanatçı bakış açısı...
TÜZÜM KIZILCAN: Aslında evet… Vizyon dediğimiz şey de bu birikim. Biriktirdiklerimiz ne kadar çoksa ileride size geri dönüşü o kadar çok olur. Öğrencilerime de, çocuklarıma da hep aynı şeyi söylüyorum. Hep biriktirin. İhtiyacınız olduğunda ilk başvuracağız adres sizdeki depo olacaktır. İlk o depoyu sorgulayacaksınız.
FÜREYA KORAL İLE YOLLAR KESİŞİYOR
- Hocam sizin dönemlerinizde zaten sanat, seramik hem maddi gelir olarak, hem de olanaklar açısından çok kısıtlıydı... ‘Mühendislikten çıkıyorum, seramik istiyorum’ dediniz... Bunu nasıl kabul ettirdiniz?
TÜZÜM KIZILCAN: Ettirmedim ki… O dönem sınıfı geçebilmek için bütün dersleri vermeniz gerekiyor. Ben de iki derst
en kalmıştım. Birinin sınavına girmemiştim; diğerinde de sirk gelmişti, merak ettiğim için sirke gitmeyi tercih ettim. Sirk bana daha cazip gelmişti. Elektrik mühendisi olacağım ama ben elektrik düğmesini çevirmekten mutlu olmayan bir adamım. İki dersten kalınca boş vaktim çok oldu. Ben de sürekli üretmek istiyorum. Füreya (Koral) hanımın ismini biliyorum. Fransız Kültür’de bir sergisi var. Her gün Füreya hanımla tanışabilmek için Fransız Kültür’e gittim ama bir türlü rastlaşamadık. En son gün gördüm. Kendimi tanıttım. ‘Seramiğe ilgi duyuyorum, beni öğrenciniz olarak alır mısınız’ dedim. Beni tanımıyor, ‘bu kadar istekliysen önce torna çekmeyi öğrenmen gerek, sonra bakarız’ dedi ve beni Hasan ustanın yanına bir ay çalışmaya gönderdi. Sonradan fark ediyorum, çok zekice bir davranıştı. Ustadan benimle ilgili bilgi alacak ve ona göre öğrenciliğimi kabul edecek ya da etmeyecekti. Ben o dönem Nişantaşı’nda oturuyorum. Hasan ustanın yeri Göksu’da. Dört saatlik yol. Dört araç değiştirerek gidiliyor. Benim belli bir bütçem var. Yol parası, Hasan ustaya verdiğim ücret ve aileme bundan bahsetmiyorum. Yemekten, gezmekten kısıyorum. Füreya hanım, öğrencisi olmamı kabul etti. O dönem beni anlayan teyzeme dert yanıyordum. Teyzem de ‘bu böyle olmaz, anne neden Nejat beyle konuşmuyor’ dedi. Bu konuyu Nejat beye açtı. O da ‘tamam, yurt dışında okuması için ben burs vereyim’ dedi. Almanya’da bulunan okul benden bir sene fabrika stajı istedi. O dönem Eczacıbaşı’nın Sanat Atölyesi kurulmuştu. Atölyenin kuruluş aşamasında beni stajyer olarak aldılar. Çok kıymetli hocalar vardı. Ağır işlerin olduğu, teknik ve güç isteyen alanlarda çalıştım. Yoğun geçen bir ayın sonunda sanat atölyesine geçebildim. Sonrasında Taylan Seramik’te işe girdim. O dönemlerde yurt dışında okuyabilmek, burs alabilmek şimdiki kadar kolay değildi. Bir senede sadece 60 kişi o hakkı sınavla kazanabiliyordu. Ben de o sınava girdim ve kazandım. Şartlar çok zorlayıcıydı. Almanya’da tanıdığım kimse yoktu ve bir kelime Almanca bilmiyorum ama hedefim vardı.
- İyi ki Almanya’ya gitmiş misiniz?
TÜZÜM KIZILCAN: Almanya değil de başka yere gitmem daha doğru olabilirdi ama Almanya’da da kazandığım çok şey var. Benim Almanya’yı seçme nedenim teknik ve çalışkan oluşlarıydı. Benim okulum harp sonrası Almanya’sının eğitim sisteminin ilk hayata geçirilen alanıydı. Önce teknik geliyordu. Ben orada yaptığım ürünle ne yapıyorum, ne için ne üretiyorum, nerede satıyorum, kime hizmet vereceğim ve nerede hizmet vereceğim sorularının cevabını bilerek üretirdik. Harp sonrası o yıllarda 40 metrekarelik bir yerde kısıtlı bütçelerle tüm bunları öğrenip hayata geçirmeye çalışıyordum.
- Tüzüm Hocam seramik sanatını zanaattan ayıran özellikler nelerdir?
TÜZÜM KIZILCAN: Zanaatkar olmadan sanatkar olma şansınız yok. Sanat, kişisel bir şey ama zanaat öğrenilebilen bir şey. Siz bir şey yapmak istiyorsunuz ama herhangi bir teknik aksaklıktan dolayı yapamadığınızda önünüz kesilir. Zanaat, endüstriyel ve fonksiyonel ile sanat arasındaki fark zaten çok net belli. Fonksiyonel olmak için üretiyorsan, neden, niçin, niye var sorularının cevabı için yapıyor, yapılan şeyi de belli bir hedef için yapıyorsan, sen özgür değilsin demektir ve o zaman o sanat olmaz!
- Ama mesela öyle bir kase yapılıyor ki, o bir sanat eseri olamaz mı?
TÜZÜM KIZILCAN: Hayır, o kase sanat eseri olamaz. Siz onu kase diye adlandırdığınız an onun sanatla ilişiği biter ama siz o kaseye baktığınızda kullanma duygusu yüklemeden bakıyorsanız, işte o zaman o sanattır. Üç boyutlu her şey heykeldir. Bardak da heykel, tabak da heykel ama fonksiyonel heykel. Fonksiyonel seramik sanat değildir. Fonksiyonel olması, kullanmak amacı ile yapılması sanatçıyı sınırlandırır.
‘SERAMİK BENİM LİSANIM’
- Peki sizde sanat yapma tutkusu ne zaman başladı?
TÜZÜM KIZILCAN: Ben bir şey söylemek istediğim zaman seramik benim lisanım oldu. Ben toprağın dili ile düşüncemi ve isteğimi dile getirdim. Size nasıl iletebileceğimi sorguladığım zaman o bir şey olmaya başladı. Mesela umutla ilgili bir çalışma yapmak istedim ve tohumu ele aldım çünkü tohum umuttur, bir beklentidir.
- Sizce sanat hep güzel çağrışımlar yapmak zorunda mıdır?
TÜZÜM KIZILCAN: Hayır, estetik olan her şey sanat değil ki! Estetik olan bir şey dekoratif de olabilir. Zaten benim yaptığım iş dekoratif algısını veriyorsa, ondan kaçarım. Benim işlerim genelde renksizdir çünkü renk işi dekoratife götürür. Ben objenin kimliği ile ilgiliyim. Onu tek başına var etmek isterim.
‘YÜZSÜZLER’E ALTIN DOKUNUŞ
- Hocam, bu sergi ile ilgili ne söylemek istersiniz?
TÜZÜM KIZILCAN: Bu sergide yüzsüzleri görüyorsunuz. Bütün bu yüzsüzlerde genel bir karakter var. Bastırılmış, preslenmiş duygusu var. Preslenmiş arabalar gibi köşeleri keskin… Bilinçaltında sizi oraya götürmek istedim. Porselenle yaptığım çalışmalar bunlar. Porselenin şöyle bir özelliği var: İçinden gelen bir ışık vardır. İnsanın da fiziksel görüntüsünün dışında, içinden gelen bir ışık vardır. O yüzden porselenle anlatmaya çalıştım ve benim çalışmamın adı ‘yüzsüzler’. Etrafımda gördüğüm, duygularını yitirmiş, saygısız, liyakatsız, bilinçsiz, sıkıştırılmış, preslenmiş, sadece maddi değerlerin öne çıktığı insanlar… Maddi değer olarak da altını kullandım. Hepsinde de altın var; kiminin gözünde, çok yemek yiyenlerin ağzına bulaşmış bir şekilde yerleştirdim. Preslenmiş duygusunu vermek için de köşeli ve plaka haline getirdim.
- Sanatta kendinizi nereye konumlandırıyorsunuz?
TÜZÜM KIZILCAN: Sizin yazdığınızı birisinin okuyabilmesi için sizin dilinizi bilmesi lazım. Sizin dilinizi anlayacak biriyle karşılaştığınızda zaten en büyük ödülü almış oluyorsunuz. Çok başarılı bir insansınız ama sizi değerlendiren jüri sizin tarzınızda düşünmüyorsa o da bir şey ifade etmez.
- Eseri yaratırken anlaşılır mıyım diye endişe taşıyor musunuz?
TÜZÜM KIZILCAN: Taşıyorum tabii. Benim hedefim çok insana ulaşmak. Onun için ipuçları koymam lazım. Ben paylaşmak istediğim için bu kaygılar var. Mesela evine pano yaptırmak isteyen kişiyi tanımalıyım. Mesela postane binasındaki çalışmamda Ege’nin kuşaklarındaki motifler var, kuş motifi var. Aynı zamanda bereket ağacı var. Yani aslında Müslüman mahallesinde salyangoz satmayacaksın.
‘AYAKTA DURABİLMEK İÇİN NE YAPMAM GEREKİYORSA YAPTIM’
- İşinizi yaparken mutlaka düşüşler yaşamışsınızdır. O dönemlerdeki motivasyonunuz neydi?
TÜZÜM KIZILCAN: ‘Ben nerede yanlış yaptım’ diye sorguladım. Yaptığım işten utanmadım. Pazarlamak için ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. Zamanında nazarlıklar yaptım, çantamı doldurdum; Kuşadası, Bodrum, Antalya otobüsle dolaştım. İlk konsinye bıraktım; sonra satışlar olunca konsinye vermedim, Yüzde 50’sini peşin istedim. Ayakta durmam gerekiyordu. Bunun için ne yapmam gerekiyorsa onu yaptım. Vitali Hakko ile çalıştım ve kendisinden çok şey öğrendim. Vakko’ya yaptığım zeytin desenleri hala kullanılıyor. Her seferinde yeni bir şey düşünebiliyorum. Fonksiyonel ürünlerimin altına imza atmam ama özel bir iş yapıyorsam altına imza atarım. Yurt içinde, yurt dışında birçok müzede işlerim, uygulamalarım var. Duvar panolarım var. Mimari panolarım çok fazla. Yurt dışında yönetiminde olduğum kurumlar var. Ege Üniversitesi EgeArt’ın sekiz senedir küratörlüğünü yapıyorum. Kuşadası’nda Ahmet Nuri Göçen Vakfı’nın seramik bölümünü idare ediyorum. Ayrıca Menemen, Karacasu gibi yerlerde geleneksel seramik yapan, kendilerini ezilmiş hisseden ustaları çağırıp uluslararası sanatçılarla bir araya getiriyorum.
- Beğendiniz eser var mı?
TÜZÜM KIZILCAN: Beğendiğim sanatçılar çok var ama bir eser dediğimizde bu bir yerde biten bir iş değil. Sizin kendi gelişiminiz ile ilgili. Ben bugün bunu severim; eğer gelişiyorsam yarın başka bir şey severim. O günün şartlarıyla, bilgimle beğendiğim şeyler değişebilir.
- Hocam seramik atölyeleri çok çoğaldı. Bu konuyla ilgili düşünceleriniz nedir?
TÜZÜM KIZILCAN: Kötü! Küstahlık derecesinde suistimal var. Parası var, bir yerlerde görmüş… Gidiyor, fırını alıyor, hemen seramik dersi vermeye başlıyor. İzmir’de çok var!
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
- Karizmanın yaştan bağımsız bir olgu olduğunu Tüzüm hocayı tanıyınca anladım.
- Yaşadığı zorlukların, seramiğe verdiği emeklerin çoğunu yazamadım ama kitap yazılır.
- İtinalı, dikkatli ve disiplinli.
- Duygulu.
- Çok zeki, esprili.
YÜZDE YÜZ
- Senin için yüzde yüz tek gerçeklik nedir?: Oğlumu kaybettim.
- Yüzde yüz olmak istediğin yer neresi?: Hiçbir yerde olmak istemiyorum. Sağlığım iyi olduğu sürece, çalışabildiğim sürece iyiyim.
- Yüzde yüz güvendiğin kişi?: Kendim.
- Yüzde yüz bilmek istediğin şey?: Bilgi olarak öğrenmek istediğim çok şey var.
Paylaş