Paylaş
Yüzde Yüz İlham Veren Sohbetler’de inandıklarının peşinden giden, gittikleri yolu yıpratmadan, eksiltmeden bilakis çoğaltarak giden, sinemada kendilerine has bir dil oluşturmuş ve yenilikleri denemekten korkmadan yol alan senarist, yazar, yönetmen Caner Alper ve yönetmen ve Mehmet Binay ile bir aradaydım. Keyifli okumalar!
- Harika bir filminiz geliyor! Aşk-ı Memnu’nun Bihter’ini mi çektiniz?:
MEHMET BİNAY: Evet... Halit Ziya Uşaklıgil, bu romanı 19. yüzyılın sonunda, önce gazetede tefrika ediyor, çok popüler oluyor ve yine kendisi kitabı 1930’larda yeni Türkçeye uyarlıyor. Fransa’da Madam Bovary, Rusya’da Anna Karenina ile hikaye olarak akraba bir roman. Eser 1970’lerde TRT’de dizi olarak çekilmişti. Yine bundan 14 yıl önce ulusal bir kanalda birkaç sezon dizi olarak uyarlandı. Biz romanın ‘Bihter’ perspektifinden, genç bir yazar olan Merve Göntem’in kaleme aldığı senaryoyu film olarak çektik. Yılın son çeyreğinde Prime Video platformunda yayınlanacak.
CANER ALPER: Merve’nin daha önceki işlerine baktık. Daha önce yaptığımız filmlerle de cesaret açısından örtüşen pek çok noktası vardı. TAFF Pictures yapım şirketiyle hiç çalışmamıştık. Timur Savcı ve Cemal Okan bizler için müthiş bir çalışma alanı yarattılar. Bu bizim hiç yaşamadığımız, rüya gibi bir şeydi.
- Daha önce filmlerinizin a’dan z’ye her şeyini kendiniz üstleniyordunuz değil mi?
CANER ALPER: Evet, biz önce Zenne’yi (2012) ve Çekmeceler’i (2015) yaptıktan sonra 2021’de Bergen ve bu yıl ‘Bihter’i çekmek bizi çok zorlamadı. O dönemlerde Zenne ve Çekmeceler’i yapmak hem teknik, hem dramatik, hem de finansal anlamda zorlayıcı olmuştu. Bihter, gerek yapımın profesyonelliği, gerekse oyuncuların deneyimleri itibariyle bizce çok iyi bir iş oldu.
MEHMET BİNAY: Timur Savcı ve Cemal Okan ikilisinin birlikte ve ayrı ayrı, film ve dizi prodüksiyon piyasasında önemli deneyimleri var. Timur Savcı’yı ‘Muhteşem Yüzyıl’dan biliyorsunuz. Cemal Okan birkaç nesildir sinemacı ve Fono Film’in de sahibi. Dolayısıyla Türkiye’de sektöre hizmet verenlerin en iyilerini tanıyorlar. Artistik ekipteki bir ihtiyaç anında size en iyileriyle sunulabiliyor ve tabii ki bu apayrı bir güç ve destek.
- Filmde kimler oynuyor?
CANER ALPER: Bihter’i Farah Zeynep Abdullah canlandırıyor. Ayrıca Boran Kuzum, Hande Ataizi, Osman Sonant ve Helin Kandemir olağanüstü oynadılar. Onlara Ebru Özkan ve Tilbe Saran konuk oyuncu olarak eşlik etti.
MEHMET BİNAY: Bu projede Farah baştan belliydi. Diğer oyuncuları yapım şirketi ile beraber birlikte karar verdik.
- Bihter’de farklı bir teknik kullandınız mı?
CANER ALPER: Enteresan bir çekim tekniği var. Herkesin çok şaşıracağı, modern bir anlatımı var.
MEHMET BİNAY: Görseller çok klasik ama anlatım şekli çok yenilikçi. Cesur olsun, kadının duygusal ve cinsel özgürlüğünü öne çıkaran bir film olsun ama bunun üzerinden filmin kullanılmasını da istemedik.
- Oyuncunun performansını ortaya çıkaran iyi bir yönetmendir öyle değil mi? Yoksa hepsi birbirini etkiliyor mu?
MEHMET BİNAY: Sinema ortak bir sanat alanı aslında ve hep birlikte mutfağa girip, bir şey ortaya çıkarıyoruz.
CANER ALPER: Mesela Bergen filminde Bergen, toplumun belleğinde olan bir figürdü ve Farah sadece oynamadı, aynı zamanda kendi sesiyle de can verdi. Eleştirilme riskini de göze alarak yaptı bunu. Erdal Beşikçioğlu, Tilbe Saran ve Nergis Öztürk de onun performansını destekleyici, yukarıya çıkarıcı oyunculuk katkıları verdiler. Aynı şekilde Bihter’de de çok yakın zamanda izleyicinin kalbine iyi bir şekilde değmeyi başaran bir oyuncu tarafından oynanmış olmasına rağmen Farah bu rolü kabul etti. Bambaşka bir Bihter’i 110 dakikalık dinamik bir anlatımla vermeyi başardı.
- Dönem filmi olarak Bihter’de nasıl bir çalışma içinde olundu?
MEHMET BİNAY: Sektörün geldiği nokta itibariyle tüm ekipler o kadar profesyoneller ki biz rekor denebilecek bir sürede hazırlandık. Bu bir dönem filmi. 1925’in kostümünden dekoruna, sofradaki yemeğine kadar hepsi en ince detaya kadar araştırılıp o şekilde hazırlandı. Birçok uzmandan destek alındı.
CANER ALPER: Mesela sanat grubumuz İzmirli Saadet Mançe’nin 1920’li yıllardaki yalı yemekleri sunumuna katıldılar. Ebru Kızıltan Bergen’de de makyözdü. Bihter’de de 20’li yılların o döneme ait makyaj ve saç stili ile ilgili detaylı bir sunum hazırlayıp getirdi. Çok güzel bir detay olduğu için paylaşmak istiyorum 1922’de Tutankhamun’un mezarı bulunuyor. Bu mezarın bulunması ile beraber dünyada saç ve makyaj konusunda büyük bir değişim yaşanıyor. Bu detay bize çok önemli geldiği için Hande Ateizi’ye de o saç ve makyaj uygulandı.
- Bihter için ne tür bir film diyebiliriz?
MEHMET BİNAY: Merve Göntem’in senaryosuyla, o dönem yaşamış, geleneksel ve sınıfsal düzenin dışına çıkamayan, dönem kadınlarının biraz da sıkışmışlığının iç sesini yansıtan bir film oldu.
CANER ALPER: İçinde kara mizah da var. Senaristimiz Merve Göntem ve TAFF’tan Arman Güvenç’in fikri olarak ‘filmdeki kadın bugün yaşasaydı nasıl hissederdi’yi izleyeceksiniz. Dolayısıyla filmde bugünün kadını o zaman kendini dile getiremeyen kadını çok iyi anlayacak!
- Aslında siz filmler arasında daha geniş aralıklar bırakıyordunuz. En son çektiğiniz Bergen filminden hemen iki sene sonra bu filmi çektiniz. Sizin için kısa bir aralık olsa gerek öyle değil mi?
CANER ALPER; Biz Zenne’den sonra Çekmeceler’i çektik. Sonrasında Los Angeles’ta yaşadığımız 7 yıllık sürede rüya projemiz olan AGUNAH’yı geliştirdik ve 2019’da bir tane kısa metraj işi yaptık (LACRIMOSA). Pandeminin tam ortasında Bergen’i çekme teklifini alınca, ‘iki kadın yazar nasıl farklılık yaratır’ ve ‘biz onlarla nasıl farklı bir şey elde ederiz’ diye merak ettik, senaryoyu hızla okuduk. Sema Kaygusuz’un kalemini her zaman çok beğenirdik. Zaten iki senarist de bizimle birlikte çalışmaya, yönetmen revizesine çok açıktılar. Çok derine indikleri, üç yıl boyunca yazdıkları bir senaryo vardı ellerinde. Senaryoyu biraz daha yukarıya, ana akım seyircinin kavrayacağı etkileneceği seviyeye taşımak, detayları azaltmak ve hızlandırmak gerekiyordu.
MEHMET BİNAY: Hatta yönetmen revizyonunu burada İzmir’de birlikte yaptık.
CANER ALPER: Senaryoyu okuduğumuzda çok etkilenmiştik. Sinema salonlarının pandemiyle karşılaştığı büyük engele rağmen yeniden film yapma fikri bizi çok heyecanlandırdı. Bergen’le çok iyi bir izleyici kitlesi yakaladık. Yurt dışı satışı da çok iyi oldu.
- Caner Bey ‘Temiz Aile Çocuğu’ kitabınızda ödül aldığınızda anneniz ‘tamam artık başardınız, yolunuz açık!’ diyor. Size göre ‘başarı’nın tanımı nedir?
CANER ALPER: Anneme göre maddi ve manevi elde edilen kazanç başarıdır. Bize göre ise başarı kavramı çok değişken. 2011’de Zenne filmini yaptığımızda o anda ‘başarı’ bizim için, ön jürinin filmimizi festivale almasıydı. Hikayenin anlatılabilmesi ve toplum tarafından izleniyor olması, o dönem için bir başarıydı ama tabii ki belli aşamaları aşıp belli bir yere geldikten sonra hep daha bir üstünü istiyorsunuz.
- Kendinizi aktivist olarak tanımlar mısınız?
MEHMET BİNAY: Aslında her sanatçı bir aktivist sayılır. Eline aldığı kalemiyle, oyunuyla, meydana getirdiği eseriyle başkalarının cesaret edemediği, düşündüğü ama anlatamadığı şeyleri anlatabilen, paylaşabilen insandır sanatçı. Konuşulamayan, dile getirilemeyen şeylerin dile getirilmesi; konuşulur hale gelmesi, insanların yalnız olmadıklarını sağlamak sanatın en önemli amaçlarından biridir.
CANER ALPER: Bize gelen işlerde ‘topluma ne gibi bir faydası olacak?’ ‘neyi anlatmak istiyoruz?’ diye sorguluyor ve o seviyeye taşımaya çalışıyoruz. Böyle de bir amacı yoksa kabul etmiyoruz. Bergen gibi Bihter’de de sinemadan çıktığında izleyicinin ne hissettiği bizim için önemli. Mesela Bergen’de sinemadan çıkan seyirci ağlayarak mı çıkacaktı yoksa bir dönem değeri bilinmemiş, olağanüstü bir akademik müzisyenin önünde saygıyla mı eğilecekti? Biz insanların kötü hissetmesinden ziyade, ‘vay canına ne müthiş bir insanmış’ denmesini istedik.
- Aynı iştesiniz, sürekli birliktesiniz. Eminim birbirinizi beslediğiniz kadar yorduğunuz zamanlarda oluyordur. Artısı ve eksisi ile bunlar nelerdir?
MEHMET BİNAY: Bir filmi hem hazırlarken, hem çekerken artistlik ve teknik kararlar almak zorundayız. Bu kararları alırken herkesin bir bakış açısı oluyor. Biz birbirimizle çok ihtilaflı olabiliyoruz ama genel haliyle estetik bakış açımız birbirine uyuşuyor. Aslında iki kişi olmanın avantajını yaşıyoruz. Muhalif olduğumuz konularda farklı bakış açıları yakalayabiliyoruz.
CANER ALPER: Eskiden Mehmet daha teknik, ben ise işin dramatik ve estetik tarafı ile ilgiliydim. Yıllar geçtikçe birbirimizin alanına daha çok girmeye başladık. Mehmet daha çok kostümle, makyajla, sanat yönetimi ile ilgilenmeye başladı. Özellikle Bihter filminde sanat ekibine ciddi istekleri, görüşleri oldu. Atilla Çelik gibi müthiş bir sanat yönetmenimiz oldu. Yapımcılarımız bizlere bu anlamda müthiş alan açtılar. Filmi çekerken çok farklı fikirlerde olduğumuz oluyor, çatışmalar olabiliyor hatta eminim ekibimiz diyor ki ‘bunlar bu film bitince kesin yolları ayırırlar’... Ama biz günün sonunda ‘akşam acaba spagetti carbonara mı yapsak’ diye düşünüyor oluyoruz!
- Kaç senedir birliktesiniz?
CANER ALPER: 26 yıl oldu. Biz birlikte üretirken aynı zamanda kendimize ait yaşam alanlarımızı da koruyabiliyoruz.
- Kurumsal eğitimler veriyorsunuz, bahsedebilir misiniz?
MEHMET BİNAY: Kurumsal dünyanın aslında soft skills -esas işi destekleyen becerileri- konusunda kendini geliştirmesi gerekiyor çünkü çalışanların sürekli aynı perspektiften işe ve kurumsal ilişkilere bakması mümkün değil. Önce medya ilişkileri konusunda eğitimler vermeye başladık. ‘Röportajlar nasıl verilir’ ‘kurumsal mesajlar nasıl iletilir’ konularını anlatıyoruz. Sahnede konuşma ve sunum tekniklerini, özellikle ‘Steve Jobs’un gerçekleştirdiği başarılı sahne sunumlarının arkasında nasıl bir çalışma var’ onu anlatıyoruz.
CANER ALPER: Merak ettiğimiz başarılı insanların hikayelerinden yola çıkarak hareket ettik. Yaklaşık 8 yıldan beri de kurumsal firmalarda duygusal zekanın iletişime katkısını geliştirecek eğitimler veriyoruz. Bir gün içinde eğitimimizi tamamlıyoruz; çok uzun değil, çok kısa da değil… Oyuncu bir arkadaşımızın da desteğiyle eğitimlerimizi veriyoruz.
İZLENİMLERİM
- Durmuyorlar, korkmuyorlar, sürekli gelişime açıklar.
- Çok şıklar.
- Sohbetleri o kadar keyifli ki röportaj bitsin istemedim (üç saat sürdü, bi üç saat daha konuşurduk).
- Çok samimiler ama görünmez kalkanları da var.
- Disiplinli, sözünde duran, her ne yapıyorlarsa en iyisini yapma titizliğine sahipler.
- ‘İyi ki tanıştım’ dediklerimden.
İLGİ ALANLARI
- MB: Almanya’da siyasal bilimler ve ekonomi okudum. Sonrasında gazetecilik ve televizyonculuk yaptım. Altı yıl NTV’de dış haberlerde programcılık yaptım. Sonra kurumsal hayatım oldu. O dönemde 10 yıl kadar ciddi bir şekilde fotoğrafçılığa merak sardım. Sinemaya geçince sanatın bütün alanlarıyla ilgilenmek durumunda kalıyorsunuz. Son dört yıldır da müziğe merak sardım; piyano öğreniyorum. Bir sonraki aşama zannedersem resim yapmayı öğrenmek istiyorum. Mesela Caner çok güzel resim yapar.
- CA: Uzunca süre resimden kopmuştum. Mehmet 25 yıl önce bana resim malzemeleri aldı. Özellikle pandemi döneminde resim yaptım. Son dönemlerde sanat tarihi, arkeoloji ve mitolojiyi birleştiren kitapları okumaya başladım. Öğrendiklerim, bugüne kadar gezdiğim müzeleri tekrar gezmemi, dolaşmamı gerektiriyor. Olağanüstü şeyler öğrendim.
YÜZDEYÜZ
- Senin için yüzdeyüz tek gerçeklik nedir?:
MB: Öğrenmek ve yenilenmek.
CA: Kalıcı olmak! Bu muhtemelen kendimi daha değerli, daha farklı olduğumu hissettirme çabası; hor görülen ve görmezden gelinen tarafımla aslında ‘ben daha iyi bir noktadayım’ın kanıtlama çabası!
- Peki bu kanıtlama çabası ilişkinizde de söz konusu olabilir mi?:
CA: Olabilir, sonuçta biz ‘savaş partnerleri’, ‘silah arkadaşlarıyız’!
MB: Bunu beceremezsek toplumda yalnız ve azınlık bireyler olarak mücadele etmek durumunda kalırız. Bu da zorlayıcı bir durum. O yüzden bunu başarmak, hayatı daha keyifli, daha yaşanır hale getirmek durumundayız.
- Toplumu karşısına almayı göze alanlar daha hırçın olabiliyorlar ama sizde böyle bir şey görmüyorum. Kendinizi koruyabilmişsiniz öyle değil mi?:
CA: Yıllar içerisinde edinilen tecrübelerle ilgili olabilir. Yaptığımız işlerin kabul görmesi, bizim kabul görmemiz, Mehmet’in ailesinin yanımızda olması, desteklemesi, kendi ailemde görmediğim desteği onlardan görmem beni yumuşatmıştır. Bir anlamda da aileye karşı olan önyargılarımın yıkılmasına da neden olmuşlardır ve çok ilginç: Ne olursa olsun, kim olursa olsun başarının karşısında hiçbir engel kalmıyor!
MB: Tabii yaşanan birçok dram, birçok hikaye var. Biz bu dramlardan kaçmak değil bilakis içinde ilacın, antibiyotiğin olduğu bir pastayı sunmak gayretindeyiz. Yaptığımız sinema da böyle bir şey. Görseli kuvvetli bazen şımarık, içindeki hikaye ise insanı düşündüren bir anlatım tarzı.
- Yüzdeyüz olmak istediğin yer neresi?:
MB: Hikaye anlatmaya devam etmek istiyorum.
CA: Hayatımın sonuna kadar film çekmek isterim. Bu sektörde birçok kişi dile getirmese bile çoğunun hayali bir Cannes veya Oscar ödülüdür. Bu ödülün, bu ülkeye, bu halka çok yakışacağını düşünüyorum.
- Yüzdeyüz güvendiğin kişi?:
MB: Caner.
CA: Mehmet.
- Yüzdeyüz bilmek istediğin şey? (kimsenin bilmediği ve senin öğrenmek istediğin bir şey):
MB: Köpeğimle konuşabilmek isterdim.
CA: Ama onunla nerdeyse zaten konuşuyoruz.
KİMSİN?
- Kimin beyninde olmak isterdin? -düşüncelerini merak ettiğin-:
MB: Bir bestecinin, bir ressamın, çok beğendiğim bir yazarın beyninde olmak isterdim. Sanırım bu yüzden okumayı çok seviyorum.
CA: Being John Malkovich diye bir film vardı. John Malkovich’in kafasının içine giriyordu. Çok beğenerek izlediğim filmin yönetmenin kafasının içine girmek istediğim zamanlar olur. Charlie Kaufman’ın filmi, olağanüstü bir yaratı dünyası vardı. Onun beyninin içine girmek isterdim.
- Kimin gözleriyle dünyayı görüp, algılamak isterdin?:
MB: Barok dönemde yaşamış bir ressamın.
CA: Ben Michelangelo’nun gözü ile görmek isterdim. Michelangelo, heykelden resme geçtiği için figürlerinde tanrısal bir görünüm sergiliyor. Eserlerinde, renkler de ona layık şekilde canlı oluyor. Ben filmlerimde de aynı canlılığı yakalamayı seviyorum. Sinemayı da bu yüzden seviyorum. 60 günde 120 sahne çekiyorsunuz. En ideal olanları montajlayıp veriyorsunuz. Sinema dünyasından çıktıktan sonra hayatın çirkinliğini görmek istemiyorsunuz.
- Bir film olsanız ne olurdunuz?:
MB: ‘İngiliz Hasta’ Anthony Minghella.
CA: ‘Vertigo’ Alfred Hitchcock.
NOKTALI YERLERİ DOLDUR
- ..... Çok iyi yaparım:
CA: Salata.
MB: Tatil programı.
- ..... hiç beceremem:
MB: Resim yapamam.
CA: Tamirat işleri, patlamış lastik tamiri, mangal.
- Çevrem beni ..... biri olarak tanımlar:
MB: Çok tatlı biri.
CA: Aksi ve iğneleyici zannediyorlar ama son dönemlerde değiştiğimi düşünüyorum. Çok verici, çok bonkör olduğumu söylüyorlar. Daha sevecensin diyorlar, bu da benim hoşuma gidiyor.
- Az kişi bilir ben ..... biriyim:
MB: Ben çok affediciyim.
CA: Hoş görülüyüm.
- Yönetmen olmasaydınız ne olurdunuz?:
CA: Öğretmen.
MB: Müzisyen.
- 20 yıl öncesine dönsen kendine ne öğüt verirsin?:
CA: Daha affedici ol derdim.
MB: Daha sakin ol derdim.
- Mottolarınız nelerdir?:
CA: Cesaretli ol, iyi anlatıldıktan sonra her şey dinlenebilir, izlenebilir! Yapılmayanı yap ve korkma.
MB: Hislerinden ve bunu dile getirmekten korkma, gerçeklerinle yüzleş!
Paylaş