Paylaş
Anne, Kuzey Pasifik’in ortasında 10 bin ile 70 bin arası yumurtayı güvenli bir yere boşalttığında, yaklaşık 5-6 ay başında bekler. Alaska açıklarının soğuğunda o yumurtaların bakımını sağlar.
Bazen 10 ayı alır bu. Yine de bekler. Bu sırada yalnızca su ile doldurur içini. Beslenmez. Ölmeye yakın ise vücudunu şişirir olanca gücüyle ve tüm biriken suyu yumurtalara püskürtür.
Çatlamaya yakın yumurtaların kabukları kırılır. Yavrular etrafa saçılır. Kabuğundan çıktığı bir andır çocuk, annesine bakar, teşekkür eder ve artık asla geri dönülemeyecek o talan olmuş kabuğuna bakıp yola koyulur.
Alabildiğine soğuk ve karanlık yolun içinde zamanı belli olmayan hortumları, suyun içinde kopan fırtınaları bekler.
Arada kardeşleri, yol arkadaşları, yalancı kabukları olur.
Sesleri birbirine benzeyen camlar gibi kırılır kabuklar.
Yahut bir istiridyenin kaçışı sırasında düşürdüğü inciye bakar.
Yolları da kendisine benzetir ahtapotlar. Bu yüzden dokununca tat alabilme özelliklerine sahiptirler. Üç kalbi olduğuna inandığım çocukluğumu hatırladım bugün.
Adana’da Yumurtalık diye bir yere gitmişiz, kendimi sulara atmışım, karşı kıyıda üç kadın çamaşır yıkıyor. Kıyıya vuruyorum gırgırdan atlayıp, birkaç fotoğraf çekip gidiyoruz. Fotoğraf işte.
Sonra zaten teker teker kırıyor birileri kalbimizi. Üç kalpten kalpsize döndürüyor hayat bizi.
Kıyıya kadar taşıdığıyla insan, insan olmayı başarıyor.
Bu yazıyı size 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü’nde, kalbimin küçücük bir odasından yazıyorum. Gözlerimi kalbime koyduğumda dosdoğru baktığı yerden yazıyorum yani.
Geçenlerde UNICEF Türkiye Ofisi Sosyal Politika Birimi tarafından hazırlanan bir dosyayı inceledim. “Türkiye’de Çocukların Gözünden Çocuğun İyi Olma Hali Alanlarının ve Göstergelerinin Tanımlanması ve Değerlendirilmesi” dosyası. Ben herkesin, UNICEF’in sitesini bu anlamda karıştırmasını çok isterim.
Işığın nereden gelmesi gerektiğine dair iyi önerilerde bulunuyor bizlere bu dosya.
Güncel grafiği okuyunca kendi içimde bir yolculuğa çıkmadım değil. Çoğumuz, 68 kuşağı sonrası dünyada barışın, aşkın, bağımsızlık duygusunun en coşkun yaşandığı biyolojilerin evlatlarıyız.
Özellikle 75’ten sonra doğanlar bilir bu dediğimi.
Ondan öncesi yoğunluklu olarak görücü usulü yahut karşılıklı anlaşarak ama önce ailelerin onayıyla evlenen, hatta birbirlerini yıllar içinde tanıyan (ve tanımlayan!) anneannelerimiz, nenelerimiz.
Bizim jenerasyonun bir üstü, seçme ve seçilme hakkının ekmeğini yiyen ama “söz bana düştüyse eğer” denildiğinde ev içinde kendi iktidarını ilan etmeye çalışan rekabet coğrafyasının çocukları.
Herkes değil elbette, ben uykusunda üşüyenlere yazıyorum bunları. Bizler çekirdek aile yapısının nasıl zayıfladığına tanıklık ettik. Aile bireylerimizin “kişisel gelişim” adı altında “şahsi mesele” yıkımlarının enkazında kaldık. Büyüdükçe bize ait hatıralar taşıdığına inandığımız taşlardan kendimize ev yaptık. Ne içinde insan uyudu, ne de içimiz o evin kurallarına uydu.
Bizler 2000’li yılların yenilikçi, artık bağımsızlığı kontrolsüz şekilde geninde taşıyan çocukları olarak, kendi kendimizin öğretmeni olmayı çok erken seçtik.
Pinokyo’nun özgüven meselesi gibi. Kuklacının iplerine esir olmaktansa kalpsiz ama özgür bir kuru tahtacık olarak cadde ve sokaklarda dans etmek isteyen çocuklar. Artık sevmenin söz sahibi olduğu açıksözlü ruhlar.
Bizim bu sevinci ellerinden almaya hakkımızın olmadığı çocuklar var! Ve çok fazlalar!
***
Geçenlerde bir video vardı.
Video şu: Baba anneyi tartaklıyor. Çocuk da annesinin hırkasını çekiştirerek ağlıyor. Anne çocuğu sakinleştirmeye çalışıyor. Bir diğer eli de adamın darbelerinden kendini korumakla meşgul. Sonunda adamın yoğun şiddeti karşısında anne bayılıyor.
Baba korkuyor, anneyi kontrol ediyor ayağıyla. Çocuk daha da korkuyor. Video tam bu noktada bitiyor.
Sessiz, soluk bir kalple ağlaşarak bakıyorsunuz o çocuğa.
Ya sonra diye merak edip ulaşmaya çalışıyorsunuz çocuğa. Şimdi size soruyorum.
Bundan 25 yıl sonra bu çocuk nasıl biri olur?
Bir doktor olsa?
Bir mafya olsa mesela?
Bir öğretmen olsa?
Sanatçı olsa?
Kan ter içinde uykularından şu anda siz bu yazıyı okurken uyansa bu çocuk. İçinde kime sarılsa?
Sanırım erişkin olmanın en kaldıramadığım tarafı, çocukluğunuza geri dönüp tanıklık ettiğiniz şiddet içerikli her şeyi bugünkü yaşınız ve zamanınızla savunma hakkınızın elinizden alınması.
Çünkü geçmiş, geçmişte kalıyor evet. Lakin bugün ne olmuşsanız o da bugünü yaşıyor.
Okula kolları mosmor gelmiş çocukların “annem koluma saat yaptı” açıklamasını bir mıncırarak sevme şekli değil istismar olduğunu bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum.
Sokak ortasında çocuğunu döven, çocuğunu arkadaşının yanında, akraba içinde küçük düşüren, sırlarını korumayan, çocuğunu dinlerken telefonuna bakan ebeveynleri yolda çevirip konuşuyorum.
Bugün dünyada 5-14 yaş arası 250 milyon çocuk işçi var.
250 milyon kıyıya vardığında artık kalbi atmayan çocuk.
250 milyon kalbi kırık çocuk. 250 milyon çocuk, 250 milyondan daha pahalıdır. Çok daha canlıdır çünkü.
Hayat vaatlidir.
Dünya Çocuk Hakları Günü’ne dair farkındalığıma sahip çıkıyor ve bu yıl şiddet gören ailelerin çocuklarını sanatla iyileştirebilecek besleyici aktivitelerin içinde daha çok yer alıyorum. Peki siz? Siz de bir şeyler yapmak ister misin?
Paylaş